28 Ağustos 2014

,

Politik İslam Korkusu


Politik İslam Korkusu: Gazze’ye Neden İhanet Edildi?

 

Herhangi bir Arap yöneticiye, “Filistin ve Filistinliler için ne yaptınız?” diye sorsanız, size onlar için çok fedakârlık yaptıklarını söyleyecektir. Ancak hem tarih hem de mevcut gerçeklik, onlardan oynamaları beklenen role hayat vermediklerinin, mazlum kardeşleriyle dayanışma içerisine girmediklerinin, aksine, onların Filistin davasına resmî planda ihanet ettiklerinin şahididir. Gazze’de hâlihazırda süren savaş ve Hamas ile İsrail arasındaki ateşkes görüşmelerinde Mısır’ın oynadığı belirsiz rol, bu gerçeğin tezahürleridir.

Bu noktada, Arapların açık ihanetini değerlendiren, Washington’daki Wilson Merkezi’ne mensup bir akademisyen olan Aaron David Miller’ın şu yorumunu okumak yeterli olacaktır: “Böyle bir duruma daha önce hiç rastlamadım, birçok Arap devleti Gazze’deki ölümlere ve yıkıma razı geliyor, öte yandan da Hamas’a vuruyor.” (New York Times) Miller şu tespitle devam ediyor sözlerine: “Arap devletlerindeki sessizlik insanı sağır edici cinsten.”

Miller, Arap yöneticilerdeki sessizliği, onların “Arap Baharı” olarak nitelendirilen süreç sonrası öne çıkan politik İslam’a dönük nefretleriyle ilişkili olarak izah ediyor. Politik İslam’ın yükselişi, Mısır’da İhvan, Tunus’ta Nahda’nın iktidara gelmesinde karşılık buluyor. “Arap Baharı”, yozlaşmanın ve Batı yanlısı Arap seçkinlerinin yönettiği, iktidar üzerindeki hegemonyaya meydan okumuş, en azından geçici bir süre, onu işlemez hâle getirmiş, sivil toplumların tarihsel planda kenara itilmiş enerjilerinin açığa çıkmasını sağlamıştı.

Politik İslam, özellikle Vasatiyye olarak bilinen ılımlı İslam ideolojisine bağlı olanı, bir dizi demokratik seçimde oyları silip süpürdü. Hamas’ın 2006’daki Filistin seçimlerinde elde ettiği zafer gibi, diğer kimi İslamî hareketler de “Arap Baharı”nın demokrasi ve ifade özgürlüğüne ait sınırları zorladığı momentte, önemli başarılar elde ettiler.

IŞİD ya da El-Kaide gibi aşırıcı bir ideolojiye bağlı olmayan politik İslamî hareketlerin tehlikeli görülmesinin bir nedeni, onların “aşırıcı” veya “terörist” diye reddedilemiyor oluşlarıyla ilgili. Çoğunlukla bu türden yapılar, Arap “sekülarist”, “liberal” ya da “sosyalist” hareketlere kıyasla, demokrasi oyununu oynamaya daha fazla meyyal oluyorlar.

7 Temmuz’da başlayan Gazze savaşı, Mısır’da politik İslam’ın devre dışı bırakıldığı ve diğer Arap ülkelerinde kriminalize edildiği bir dönemde yaşandı. Yaşanan, 3 Temmuz 2013’te demokratik yollardan seçilmiş olan İhvan lideri ve cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin iktidardan indirilmesinden beri İsrail’in gerçekleştirdiği ilk büyük askerî saldırıydı. Her ne kadar İsrail ordusu saldırının seyrini birkaç gün içerisinde (binlerce insanın öldürüldüğü, binlercesinin yaralandığı, Gazze nüfusunun neredeyse dörtte birinin evsiz kaldığı) bir soykırıma çevirmişse de, birçok Arap ülkesi büyük ölçüde sessiz kaldı. Hiçbir şey ifade etmeyen bir iki kınama mesajını dillendirmek dışında ağızlarına mühür vurdular. Hatta Mısır daha da ileri gitti.

İsrail’in “Koruyucu Sınır Operasyonu” başladıktan kısa bir süre sonra Mısır, Times’ın bile tuhaf bulduğu, şüpheli bir ateşkes önerdi. “Kahire’deki hükümet, İsrail’in birçok talebini karşılayan ama Filistin grubunun (Hamas’ın) hiçbir talebini içermeyen bir ateşkes anlaşması teklif ederek Hamas’ı şaşırttı.” diye yazıyordu David Kirkpatrick 30 Temmuz’da. Çatışma sürecindeki ana Filistinli örgüt olan Hamas için “terörist” diyen Mısır, ona hiçbir şey danışmadı. Hamas ise teklifi herkes gibi medya aracılığıyla öğreniyordu. Ama elbette Benjamin Netanyahu, Mısır’ın teklifini memnuniyetle karşıladı; Hamas’ın ana rakibi ve silâhlı mücadelenin (ve esasında Filistin direnişine ait her biçimin) güçlü bir muhalifi olan Filistin Otoritesi Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas da Mısır’ın “kardeşçe” uzattığı eli tuttu. Diğer Arap yöneticiler de, zekice yürüttüğü bölgesel liderliğinden ötürü, Sisi’ye methiyeler düzdüler.

Elbette tüm pratik bir komediden ibaretti; esasta amaçlanan, (savaşı başlatan taraf olmayan ve nihayetinde o savaşın bir kurbanı olan) Hamas’ı ve Gazze’deki direnişi, çatışmanın sonlandırılmasına itiraz ettiği için suçlamak ve Sisi’yi bölgedeki barışın ve itidalli sürecin yeni ikonası olarak desteklemekti; o, ABD’nin birlikte iş yapmayı seveceği türden “güçlü bir adam”dı.

Ama tüm bu plan doğal olarak çöktü, çünkü Gazze direndi, İsrail ordusuna ciddi kayıplar yaşattı ve dünya genelinde Filistin’e yönelik sempatiyi ve saygıyı artırdı.

Ama hiçbir Arap devletinden, her fırsatta, her konuşmasında ve vaazında Filistin halkının sabrından, sebatından (sumud) övgüyle söz edenlerden tek bir saygı cümlesi işitilmedi. Hamas’ın İhvan’ın devrilmesinden sonra unutturulmaya çalışılan yeni başarısı, örgütün Şam ve Tahran’la kurduğu bağların güçlenmesi, söz konusu devletlerin sinirini bozuyor, kafalarını karıştırıyordu.

Eğer Hamas Gazze savaşından sağ çıkarsa, direniş mevcut direncini Ortadoğu’nun en güçlü ordusuna karşı kazanılmış bir zafer olarak çıkartma imkânı bulacak. Hamas ve İran arasındaki bağlar yeniden pekiştirilecek. Direniş kampı yeniden can bulacak. İhvan için ahlâkî bir zafer, Sisi (ve onun bölgesel rolü) için ahlâkî bir yenilgi demek olan bu direniş süreci herkesi şaşkına çevirecek.

Arap ülkeleriyle İsrail arasında, Gazze’deki direnişin bitmesini sağlama noktasında, çeşitli ittifaklar kuruldu. Burada amaç, sadece bir fikir olarak direnişin kendisi değil, kuşatma altındaki Gazze’nin sınırlarının ötesine taşan tüm pratik ifadelerinin ve politik karşılıklarının ölmesiydi.

Eski İsrail lobicisi ve bugün Washington’daki Brookings Enstitüsü başkan yardımcısı olan Martin Indyk’in izahı şu şekilde: “Ortak düşmanları olan, ama müttefik olmayan ulusların çıkarları uyuşabilir. Görüldüğü üzere, bu sefer ABD eskisine oranla pek bulaşmadı, İsrail ve ABD’nin masa altından sessizce bakışmaları ve birbirlerine yardım etmek için bir yol bulmaları gayet doğal.”

Kahire’deki görüşmelerin son turunun başarısız olmasının nedeni, görüşmelere ev sahipliği yapan tarafın Filistinli direniş grubu Hamas’ı “terörist” görmesi ve Gazze’nin İsrail’i ezeceği bir senaryoya tanık olmayı hiç mi hiç istememesiydi. Eğer direnişin kuşatmayı sonlandırma talebi, özellikle Gazze’deki deniz ve havalimanının yeniden faal kılınması talebi karşılansaydı, Mısır Hamas’ın, direnişin ve Filistin halkının karşısında ciddi bir mevzi kaybetmiş olacaktı.

Eğer direniş kazanıyorsa, İsrail ordusu köşeye sıkışmışsa, direnişin kimi talepleri karşılanmışsa, Ortadoğu’daki politik söylem de ister istemez değişecek demektir. Bu değişim, zayıfın güçlüye meydan okumasına, reformlar, demokrasi gibi taleplerde bulunmasına, direnişe bu tür amaçlara ulaşmak için gerekli en gerçekçi yol olarak bakmasına imkân verecektir.

İlginç olan şu ki Hamas’ın 2006’daki seçimlerde elde ettiği zafer, politik İslam’ın oy sandıkları üzerinden hedeflerine ulaşabilmesinin mümkün olduğunu göstermişti. Bu seçim zaferi Arap Baharı sonrası bölge genelinde politik İslam’ın yükselişinin bir habercisi olarak görülmüştü. Dolayısıyla Filistin direnişinin elde edeceği her türden zafer de, tüm bölge genelinde statükoyu muhafaza etmek isteyenler için aynı ölçüde tehlikeli bir gelişme olarak görülebilir.

Kimi Arap yöneticiler, Filistin’e ve davasına yönelik desteklerini açıklamayı sürdürüyorlar. Ancak “Koruyucu Sınır Operasyonu”, bu türden bir dayanışmanın sadece bir iki kelimelik göstermelik hamleden ibaret olduğunu ve farklı bir şekilde olsa da, kimi Arapların İsrail’in Gazze ve başka yerlerde Filistin direnişine benzeyen her şeyi ezmesini görmeyi arzuladığını ifşa etti.

Remzi Barud
12 Şubat 2015
Kaynak

0 Yorum: