25 Temmuz 2014

, ,

Foti, Feto, Filistin


1 Ocak 1965’de Filistinliler, Asifa [“Fırtına”] güçleri olarak bilinen silâhlı mücadele birlikleriyle İsrail’e bir saldırı gerçekleştirirler. Bu saldırı, Filistin Devrimi’nin (savra) fitilini ateşler. Milliyetçi bir nitelik arz eden Filistin mücadelesi, 1967 6 Gün Savaşları sonrası ideolojik bir kırılma yaşar.

Merkezi Beyrut’ta olan Arap Milliyetçileri Hareketi, 1967 sonrası kendilerini Marksizmle tanımlayan FHKC, FDHKC, FHKC-GK ve KEÖ gibi alt örgütlere bölünür. Örgütlerde hâlâ varlığını sürdüren Arap milliyetçiliği, Enver Sedat’ın İsrail ile barış görüşmeleri yapması ile iyiden iyiye çözülür.

Marksizmle, özellikle Maoizmle kurulan ilişki de 1979 İran Devrimi ve Çin’in Mao’nun ölümü sonrası Filistin’e yönelik yaklaşımının değişmesiyle kırılma yaşar. Maoist kökenli Filistinli devrimcilerin bir bölümü, bu momentte İslamcılaşırlar. Kitle çizgisinin (hattü’l cemahir) genişlemesi gerekmektedir, bu sebeple, eski kavramlar yerlerini İslamî terimlere bırakırlar. Böylelikle fedainin yerini mücahid alır. Corc Habeş gibi isimler bile, Müslüman Kardeşler ve kimi FKÖ savaşçılarının bir cihad örgütü kurmalarını desteklerler. Zâlime karşı, varolan tüm imkânların seferber edilmesi şarttır.

Maoizmin Fetih içerisinde güç kazanmasının önemli bir nedeni, Arafat çizgisinin Sovyetler’in tezlerine yakın durması, Ürdün’de güç ve konum elde etmek isterken, yaşanan bu ayrışma sonrası gerillaların 1970’te bölgeden kovulmalarıdır. Sovyetler’in güttüğü “ne savaş ne barış” siyaseti yaralara merhem olmaz. 

Kitle çizgisinin genişlemesi noktasında İran Devrimi önemli ipuçları sunar ve hareket giderek İslamîleşir. Maoistlerin kimi örgütlerinden İslamî Tevhid Hareketi türünden yapılanmalara ciddi kaymalar yaşanır. Örneğin Maoistlerin kurduğu Jarmaq Birliği üyesi Enis Nakkaş, İran’ın Fransa ile yaşadığı mesele üzerine, Şah’ın son başbakanı Bahtiyar’a karşı Paris’te düzenlenecek suikastı gerçekleştirecek timin içinde olan bir isimdir. Yoldaşlarından İmad Mugniye, sonrasında Hizbullah’ın önemli isimlerinden biri olur.

İslamî Cihad’ın fikir babalarından olan Münir Şefik, 1965’e kadar Ürdün Komünist Partisi üyesidir. 1968’de Fetih’e katılır. Bir süre Maoist siyasete bağlı kalan Şefik, 1979’da İslamcılaşır. Yaptığı genel bir değerlendirmede, kitleler zemininde hareket etmenin, kitlelerin ruhuna ve nabzına yabancı olmamanın, kitlelerin üzerinde yükseldiği mirası temel almanın üzerinde durur. Marksizmden uzaklaşmasını, onun batılı niteliğine, kitleleri görmemesine, İslamî olanın devrimciliğine ve kitleselliğine değer vermemesine bağlar. Zira ona göre, Filistin “Tevhid’in adı hâline gelmiştir.”

Silâh, meseleleri sadeleştirir, çok daha kısa sürede anlamlı ve derinlikli hamleler yapmayı gerektirir. Bu yüzden silâhlı mücadele verenlerin kitleleri görmediğini, önemsemediğini düşünmek, düşman güçlerin içeride yürüttüğü kara propagandadan başka bir şey değildir.

Yukarıda anlatılan kısa hikâye de Filistinli direniş gruplarının her daim kitlelere akan küçük dereler misali hareket ettiklerini göstermektedir. Lafla, bir tepeye ya da rahat bir koltuğa kurulup, kitleleri gördüğünü söyleyenlerin anlamadığı husus budur.

Silâh, şahsî bir tercih değil, mücadelenin emrettiği bir olgudur. Onca zulme karşı, mazlumların karşı koyma hakkını onlardan çalmak isteyenler, mazlumları, kendilerini ölçü alarak, şahıslara bölmek ve o şahıslar içinden kendilerine uygun olanlarını yanlarına almak niyetindedirler.

Bu solun son Sarıgazi vukuatı da liberalizmin aynı düzlemde dışavurumudur. Savaşan bir örgütün savaşçılığına dil uzatamayanlar, savaş kaçkınlığını liberal güzellemelerle örtbas etmek istemektedirler. Burada temelde savaşın ve silâhın tasfiye edilmesi teşebbüsü söz konusudur. “Uyguladığın şiddet, düşmanı güçlendiriyor, mücadeleyi eziyor” feveranının kopartılmasının nedeni de söz konusu liberalizmdir.

Düşman, devrimciyle doğrudan konuşup ona laf geçiremediğinden, sahaya bu tip ajanlarını sürmektedir. Bugün soldaki PKK düşmanlığının bir boyutu da budur: “Senin yüzünden bu devlet bu kadar güçlü ve muhkem!” Oysa uygulanan şiddete suç bulmak yerine, düşmanın güçlenmesine karşı adımlar atmak elzemdir.

Filistin kurtuluş hareketinin bütün olarak başarı kazanamamasını doğrudan doğruya silâha bağlayanlar da aynı mahfillerin mensuplarıdır. Filistin, Kozo Okomato’dan (Japonya) Patrick Argüello’ya (Nikaragua) kadar birçok gencin, uluslararası tugaylar bünyesinde bölgeye geldiği, izcilik veya tracking yapıp eğlendiği bir yer değil, genel devrimci çemberin merkezidir. O, halkın, sınıfın, milletin veya dinin kurtuluşu için bir arayışı olan herkesin dönüp bakacağı devrimci bir kıbledir.

Filistin’siz bir dünya özlemi, burada antisemitizm eleştirileriyle dile getirilmektedir. Avrupalı efendilerin antisemitizmiyle Filistinlilerin direnişini yan yana getirerek, Filistin’i değersizleştireceklerini zannetmektedirler. O nedenle Foti Benlisoy gibi “update” edilmiş bir reformizmin şampiyonları, önce mahalledeki cepheye küfretmekte, sonra da Yahudilere sahip çıkmayı görev bilmektedirler. Onun Türkiye’de milyonlarca Yahudi işçinin sendikalarda ve fabrikalarda verdiği hak mücadelesine öncü ve akıl hocası olmak istemesi, dolayısıyla onları korumaya niyetlenmesi tabii ki doğaldır. Daha Gazze’ye ilk bomba düşer düşmez, “antisemitizm” yazıları yazması da anlaşılır bir durumdur. Kitleleri görmemekle, anlamamakla eleştirdiği devrimciler, halkın değerlerini sahiplendiğinde gerici ve faşist olmakta, ama kendisi şu lafı ettiğinde sosyalist olmaktadır:

“Filistin mücadelesinin en güçlü olduğu an, kitlesel mücadelenin başrolde olduğu, direnişin esas itibariyle halka dayandığı 1. İntifadaydı.”

Burada açık bir silâhlı mücadele düşmanlığı söz konusudur. Filistin’de halka dayanmayan bir intifadanın gerçekleşme ihtimali sıfırdır. Foti’nin bu sözü etmesinin nedeni, onun hep popüler olana bakması, bugün de popüler gördüğü bir konunun, Filistin intifadasının kendisindeki reformizmi boşa düşürmesinden korkmasıdır. Onun izlediği filmleri, okuduğu romanları, dolayısıyla rahat ve huzurlu ortamını yazarken kaçırdığı, rahatsız ve huzursuz olanların böylesi savaş momentlerinde daha da kitleselleştiğidir.

Foti, muhtemelen 24 Temmuz’da, Siyonistlerin ve işbirlikçilerinin Gazze’den ayırmaya çalışmasına rağmen, Batı Şeria’da yürüyen on binlerce Filistinliyi görmüştür, ama o kitle Foti’ye göre, halk sıfatına layık değildir. Bunun nedeni, muhtemelen, o kitlenin “bu can bu kan sana feda ey Kassam!” diye bağırmasıdır.

Foti’nin güçten anladığı, batılı, modern ve laik olmaktır. Bugün intifadanın halka dayanmadığını söylemek, Filistinli direnişçilere edilmiş bir küfürdür.

Foticiliğin kalemini sivrilten, devrimci düşmanlığıdır. O, bir yılbaşı günü sevgilisi olduğu hâlde gönül eğlendirdiği kadından “tokat” yediğinde, bu kadar liberal ve pro-feminist değildi. Ama devrimciler, bir mahalle savunmasını kendi halk anlayışı uyarınca gerçekleştirdiğinde, hemen “IŞİD, faşizm” etiketlerini yapıştırmayı bildi. Ona göre, devrimciler “ülkücü”, yani “bir fikrin dünyayı değiştirebileceğini zanneden ahmaklar”. Hâlbuki devrimciler, mücadelenin kolektif, pratik gereklerini yerine getirme noktasında, “uyuşturucuya ve fuhşa” savaş açıyorlar. Yani kafalarında bir ideal olarak böylesi bir savaş fikri var da bunu kitlelere dayatıyor değiller. Bu liberalizmi Filistin üzerinden buraya da öğütleyen Foti, bir tasfiye işlemine ortak oluyor. Sansürcülerin ve tasfiyecilerin tek yaptığı, devrimciliğe karşı hamle yapmak.

Bir liberal, kurulduğu tepeden veya koltuktan, savaş alanına bakıyor: “Sizin silâhınız karşı tarafı güçlendiriyor” diyor. Tek görebildiği bu. Siyaseti kendisinden doğru kurduğu için, o, rahatın ve huzurun siyasetini öğütlemekten başka bir şey yapmıyor. Dolayısıyla bu orta sınıf siyaseti, bir anda, Fetoculuğun yanına düşüveriyor. Zira Fethullah Gülen, Filistin’le ilgili şunu söylüyor: “Filistin’deki işgalin bitmemesinin sebebi, Yahudilerin değil, Arab silâh tüccarlarının menfaatlerinedir.” Ve Feto devam ediyor: “O bombaların altında endişe duyan Yahudi çocukları karşısında yüreğimin yağı erir. Yahudi çocukların başında patlayan bombalar içimde patlıyor gibi.” Filistinli çocuklar için gıkını çıkartmaz ama. İsrail’in olduğu bir gerçeklikte rahat ve huzurlu yaşamanın reçetelerini sunar, Foti kardeşi gibi. O da Feto hocasının izinden giderek, silâh tüccarlarına, İsrail’in güçlenen ordusuna, Yahudi çocuklarına kilitlenir. Öbür tarafa ise ancak yıllar sonra çekilen bir film, yazılan bir roman vesilesi ile bakabilecek anlaşılan. “Bugün burada olan savaştan rahatsız olanları örgütlemeyi istemek ne zamandır sosyalistlik?” sorusunun cevabı o romanlarda, filmlerde yok maalesef.

“Orta sınıf” denildiğinde, hemen ekonomi ve sosyoloji notlarına sarılanların anlamadığı husus, burada ideolojik-politik bir yönelime işaret edildiğidir. Filistin’de ya da Sarıgazi’de olan biteni ekonomi ve sosyoloji notlarıyla anlamaya çalışmak, aslında söz konusu ideolojik-politik yönelimi gizlemek içindir.

Filistin kurtuluşuna örgütlenmiş bir silâhın, silâha örgütlenmiş bir kitlenin emrettiğini soyut ve boş ekonomi-sosyoloji notları ile savuşturmak mânâsızdır. Bu, o notların sahiplerini işaretlemekten başka bir işe yaramaz.

İşaret edilecek olansa, kolektif mücadele, o mücadelenin tüm araçlarıdır. Sömürüye ve zulme karşı mücadele, kesinlikle kendimize işaret etmeye indirgenemez.

Bugün Filistin davası, dinî, millî ve sınıfî bir kopuşun alametidir. Kendi varlığını dinin, milletin, sınıfın ya da devrimin bizatihi varlığı zannedenlerin anlamadığı esas husus budur.

İçimizdeki ve dışımızdaki Siyonistlere, fetoculara, bilcümle reformiste inat, yaşasın 3. İntifada!

Eren Balkır
25 Temmuz 2014

0 Yorum: