01 Haziran 2014

Avrupa Sağ’ının Yükselişi


Avrupa Sağının Yükselişi: Neoliberal Sağa Karşı Tepki

 

Avrupa Parlamentosu seçimleri bölge genelinde sağcı partilerin önemli bir atılım gerçekleştirmesine tanık oldu. Sağ, İskandinav ülkeleri, Birleşik Krallık, Baltık ülkeleri ile Belçika, Lüksemburg ve Hollanda’yı kapsayan bölgede, Fransa’da, Orta ve Doğu Avrupa ile Akdeniz şeridinde yükselişe geçti.

Bu sağcı partilerin hepsi değilse de önemli bir kısmı on yıldır krizde olan neoliberal, Hristiyan demokrat ve sosyal demokrat partilerden kesin bir kopuşun gerçekleşmiş olduğunu gösteriyor.

“Yeni Sağ” (“faşist”, “ırkçı” ve “antisemitik” gibi) olumsuz kimi etiketler iliştirerek anlaşılabilecek basit bir olgu değil. Sağ’ın yükselişi, yaşam standartlarındaki azalma, cemaat bağlarının çözülmesi ve sınıfsal dayanışmanın aşınması ile politik, sosyal ve ekonomik kurumların çöküşü bağlamına yerleştirilmek zorunda. Neoliberal partilerce inşa edilmiş olan tüm mevcut politik yapı, sistemsel krizin ve gündelik hayattaki çürümenin sorumluluğunu taşıyor. Dahası, neoliberal partiler, Sağ’a oy veren ve giderek nüfus olarak büyüyen emekçi kitlelerce bu şekilde anlaşılıyor.

“Radikal Sol” denilen ve genelde iktidardaki sosyal demokrat partilerin solundaki politik partiler olarak tarif edilen kesimse, Yunanistan’daki SYRIZA istisna, neoliberal partilerdeki çöküşten istifade etmeyi beceremedi. Sol-Sağ kutuplaşmasının eksikliğinin birkaç nedeni var. Son tahlilde “Radikal Sol” kesimin önemli bir bölümü, şu veya bu işçi partisine ya da sosyal demokrat partiye “ciddi destek” verdi ve müteakip süreçte yaşayacağı politik-ekonomik felâketle aralarındaki “mesafe”yi kısalttı. İkinci olarak, Radikal Sol’un kimi konulara yönelik yaklaşımı, işçilere ilgisiz veya saldırgan geldi: yani eşcinsel evliliği ve kimlik politikaları işçilerin içine sinmedi. Üçüncü olarak, Radikal Sol, eski, itibarsızlaşmış işçi partileri ve sosyal demokrat partilerden devşirdi kadrolarını, bu nedenle işçiler bunların geçmişte kendilerini aldatanların “yeni bir versiyon”u olduğunu düşündüler. Dördüncü olarak, Radikal Sol, “yapısal değişimler” talep eden kitlesel gösterilerde güçlü ancak çorba mutfakları, halkın gündelik sorunlarıyla uğraşan klinikler gibi “hizmetler” sağlayan Sağ’ın patronaj ilişkisi kuran örgütlerinden mahrum.

Sağ, Brüksel elitlerinin elinde gücün toplaşmasına itiraz ederek, neoliberal nizamın “dışında” durduğuna dair bir hava yarattı. Öte yandan Sol ise bu konuda muğlâk bir tavır içerisinde: “Sosyal Avrupa”ya verdiği destek itibarsızlaşmış, can çekişen bir yapının reforme edilmesi vaadine denk düşüyor. Sağ, Brüksel’i dışarıda tutan, “millî bir kapitalizm” öneriyorken, Sol, Avrupa Birliği içinde kalan bir “sosyalizm” öneriyor. Sol partiler, eski komünist partiler ve görece yeni oluşan SYRIZA gibi toplaşmalar tuhaf sonuçlar elde etti. SYRIZA hariç tüm yapılar duraksama içine girdi ya da sistemin krizde olmasına karşın ciddi bir oy kaybına uğradı. Öte yandan SYRIZA ise muazzam bir zafer elde etti ancak %30 bariyerini aşamadı. Tüm sol seçime ittifaksız girdi. Sonuçta neoliberal statükoya anında cevap üretme imkânı yeni sağ partilerin, solda ise, parlamento dışı sosyal hareketlerle sendikaların eline geçti. Yakın dönemde Avrupa Birliği’nin içinde bulunduğu kriz, neoliberal nizam ile yeni Sağ arasında kurulacak ilişkide vuku bulacakmış gibi görünüyor.

Yeni Sağ’ın Doğası

“Yeni Sağ” büyük destek gördü, zira neoliberal nizamın dört ana dayanağına eleştiri yöneltti: küreselleşme, yabancıların finansal kontrolü, Brüksel’deki troykanın yönetsel idaresi ve ucuz göçmen emeğinin düzensiz akışı.

Milliyetçilik, yeni Sağ eliyle benimsendiği biçimiyle, millî kapitalizmle bağlantılı bir mesele: yereldeki üreticiler, perakendeciler ve çiftçiler, serbest ticaret yapan kesimler, şirket evlilikleri ve uluslararası bankaların tedarikleri ile devasa çokuluslu şirketlerle yüzleşti. “Yeni Sağ” desteğini şehir ve kasabalardaki küçük işletmelerden ve fabrikaları kapanan, başka yerlere atılan işçilerden aldı.

“Yeni Sağ”ın milliyetçiliği, düşük ücret ödenen göçmen emeği ve denizaşırı şirketler karşısında “âdil olmayan” bir rekabetten işçileri ve sanayicileri korumayı öngören gümrük duvarlarını ve mevzuatları talep eden bir tür “korumacılık”.

Mesele şu ki korumacılık, birçok küçük perakende dükkânında satılan ucuz tüketim ürünlerinin ithalatını sınırlıyor ve özellikle işçilerle alt orta sınıfa cazip geliyor. Sağ, liberal rekabetçi kapitalizmle sınıf mücadelesi veren sendikalara karşı çıkma noktasında, millî işçilerle sanayicilerin birleştiği bir korporatist model düşlüyor. Sınıf mücadelesi etkisini yitirdikçe, neoliberal sağın üçayaklı siyaseti, Yeni Sağ eliyle yeniden biçimlendiriliyor ve bu siyasete “millî sermaye” ile “babahancı devlet” dâhil ediliyor.

Toplamda Sağ’ın milliyetçiliği, büyük dış sermaye ile ucuz göçmen emeğine karşı koymak için ortak cemaatçi kimlik altında millî sermaye ile emeğin birleştiği, geçmişe ait efsanevî uyuma çağrıda bulunuyor.

Politik Strateji: Seçim Politikası ve Parlamento Dışı Politika

Hâlihazırda yeni Sağ, kitle desteği edindikçe, esas olarak seçim politikasına yöneliyor. Bu partiler, özellikle buhranlı bölgelerde, kitlesel seferberlikle cemaati seçim politikasıyla birlikte örgütleyerek, seçimdeki paylarını artırdılar. Neoliberal sağın elindeki orta sınıf oylarını ve eski solun elindeki işçi sınıfı oylarını hanelerine yazdılar. Yunanistan’daki Altın Şafak gibi, Sağ’ın kimi kesimleri, açıktan kimi faşist sembolleri, bayrakları ve üniformaları, kullanıp sokak kavgalarına girerken, kimi kesimlerse, “illegal isimlerin sınır dışı edilmesi ve göçmenlikle ilgili taleplerinin bir kısmını benimseme konusunda iktidardaki neoliberal sağa baskı yapıyor. Bugün yeni Sağ’ın esas olarak odaklandığı husus, gündemini genişletmek ve anayasal nizam dâhilinde saldırgan kimi talepler sunup şiddete meyyal kesimleri kontrol altında tutarak, daha fazla destekçi elde etmek. Bunun dışında, mevcut politik iklim, yeni Sağ’ın kolayca ezilemeyeceği parlamento dışı “sokak savaşları”na kapı aralamak için pek uygun değil. Birçok sağcı stratejist, mevcut bağlamın barışçıl yöntemler aracılığıyla güçlerin biriktirilmesine uygun olduğu kanaatinde.

Sağ’ın Büyümesini Kolaylaştıran Koşullar

Avrupa’da Yeni Sağ’ın büyümesi sürecine katkı yapan birkaç etmen var:

İlki ve en önemlisi, Brüksel’deki elitlerin eline yasama ve yürütme yetkilerinin verilmesi üzerinden demokratik iktidarın ve kurumların çökmesidir. Yeni Sağ’a göre, Avrupa Birliği, seçmenleri haklarından mahrum kılan ve halkın bu yönde bir talep olmamasına karşın, sert tasarruf tedbirleri dayatan otoriter bir politik kurum hâline gelmiştir.

İkinci olarak, millî çıkarlar, yereldeki sanayi kollarını yıkıma sürükleyen ve yaşam standartlarını düşüren sert politikaların sorumlusu olarak görülen finansal elitler karşısında talileşmiştir. Yeni Sağ, kendisini Brüksel troykasının -IMF, Avrupa Merkez Bankası ve Avrupa Komisyonu’nun- karşısında konumlandırmıştır.

Üçüncü olarak, “liberalleşme”, yereldeki sanayileri yıpratmış, cemaatleri dağıtmış, emeği koruyan yasaları ortadan kaldırmıştır. Sağ, yoğun işsizlik koşullarında geniş ölçekli ucuz işçi akışına izin veren liberal göç politikalarına karşı çıkmaktadır. Ucuz göçmen emeğinin eşlik ettiği kapitalizmin krizi, sağın genelde işçilere, özellikle güvencesiz işlerde çalışanlara veya işsizlere seslenmesi için gerekli maddî zemini teşkil etmektedir.

Sağ: Çelişkiler ve Çifte Söylem

İşsizlik üzerinden neoliberal devleti eleştiren Sağ, bir yandan da esas olarak istihdam ve işsizlik düzeylerini yatırım kararlarıyla belirleyen kapitalistlerden ziyade, emek piyasasındaki millî unsurlarla rekabet içinde olan göçmenlere odaklanmaktadır.

Sağ, Avrupa Birliği’nin otoriter yapısına saldırmakta ama kendi yapısı, ideolojisi ve tarihi de aynı ölçüde baskıcı bir devleti öngörmektedir.

Sağ, haklı olarak, ekonomi üzerindeki yabancı elitlerin kontrolüne son vermeyi önerir ama “millî devlet” şeklinde özetlenebilecek kendi vizyonu da, NATO, çokuluslu şirketler ve emperyalist savaşlarla bağlantılıdır ve “millî bir ekonomiyi yeniden kurmak için gerekli herhangi bir zemin sunmaz.

Sağ, mahrum bırakılmışların ihtiyaçlarından ve “tasarruflara son verme” gerekliliğinden dem vurur ama mevcut eşitsizliklere karşı koymanın yegâne etkin mekanizması olan sınıf örgütü ve sınıf mücadelesinden de kaçınır. Onun “üretken sermaye ve emek arasında kurulacak işbirliği” ile ilgili vizyonu, ücretlerin, sosyal hizmetlerin, emekli maaşlarının düşürülmesine, çalışma koşullarının zayıflatılmasına ilişkin kapitalist saldırganlık koşullarında, çelişkili bir nitelik arz eder. Yeni Sağ, işsizliğin sebebi olarak göçmenleri görür ve onlara saldırır, öte yandan da göçmenleri işe alıp işten atan, yurtdışına yatırım yapan, daha ucuz işgücü kullanmak için şirketlerini başka yerlere taşıyan ve yeni teknolojileri gündeme getiren kapitalistlerin rolünü gizler.

Yeni Sağ, işçilerin öfkesini, nihayetinde emek piyasasını maniple eden üretim, finans ve dağıtım araçlarının sahiplerine değil, göçmenlere yöneltir.

Buna paralel olarak Radikal Sol ise düşüncesizce, kibirli, liberal bir önyargı ile, “uluslararası işçi dayanışması” denilen soyut bir anlayış adına, göçmen işçileri sınırsız bir biçimde savunur, sanki bu kesim, elverişsiz koşullara sahip olan ve kıt kanaat bulunan işler için göçmenlerle rekabet etmek zorunda kalan gerçekteki işçilere hiç danışmamış gibilerdir.

“Uluslararası dayanışma” bayrağı altında, Radikal Sol, “enternasyonalizm”in örgütlü, çalışan işçilerin teşkil ettiği güçlü bir millî temel üzerine inşa edilebileceğine dair tarihsel gerçeği göz ardı etmiştir.

Sol, Yeni Sağ’ın haklı milliyetçi davaları maniple ve istismar etmesine izin vermiştir. Radikal Sol, milliyetçiliğin karşısına sosyalizmi çıkartmış, özellikle Avrupa Birliği’nin emperyalist hâkimiyeti koşullarında, bu ikisinin iç içe geçtiğini görmemiştir.

Millî bağımsızlık için mücadele, Avrupa Birliği’nden kopmak, eldeki iş imkânları ve sosyal refah için sınıf mücadelesinin derinleştirilmesi ve demokrasi mücadelesi bahsinde esası teşkil etmektedir. Sınıf mücadelesi, Brüksel’deki uzak düşmana karşı konulduğunda değil, ülke içinde yürütüldüğünde daha güçlü ve etkindir.

Birçok Radikal Sol liderinde görülen, Avrupa Birliği’ni “Sosyal Avrupa” olarak “yeniden kurma”, AB’nin bir tür “Avrupa Sosyalist Devletler Birliği”ne dönüştürme fikri, milletlerin AB’yi yöneten, seçimle gelmemiş bankacılara teslimiyetini ve işçilerin çektikleri çilenin sürgit devam etmesini sağlar. Deutsch Bank’taki hisseleri satın almanın ve yıllık hissedarlar toplantısına katılmanın işçilerin bu bankayı bir “Halk Bankası”na dönüştüreceğine ciddi manada inanan tek bir kişi yoktur. Ancak “bankaların bankası”, IMF, Avrupa Komisyonu ve Merkez Bankası’ndan oluşan “troyka”, AB üyesi her bir ülke için tüm temel politikaları oluşturmaktadır. Kendini düzeltme yoluna gitmeyen ve “Avro” denilen metafiziğin halesine kapılmış olan Sol, AB oligarklarına karşı verilecek millî mücadelenin yeniden doğumu aracılığıyla, sınıf mücadelesinin geliştirilmesi rolünden vazgeçmiş görünmektedir.

Sonuçlar ve Perspektifler

Avrupa genelinde Sağ, eş ölçüde olmasa da, hızla gelişiyor. Elindeki destek geçici değil, aksine istikrarlı ve en azından orta vadede giderek artacak gibi görünüyor. Bu yükselişin sebepleri “yapısal”; yükseliş, yeni Sağ’ın neoliberal sağ hükümetlerin sosyo-ekonomik krizini istismar etme, tepeden inme gelen AB oligarşisinin otoriter ve gayri millî politikalarını kınayabilme becerisinin bir sonucu. Yeni Sağ’ın gücü, “muhalefet”te olmasında. Yaptıkları gösteriler ses getiriyor ancak bu gösteriler kapitalist ekonomi ile devletin komuta merkezlerinin uzağında gerçekleşiyor.

Yeni Sağ, gösteriler yapan bir yapı olmaktan çıkıp iktidara gelebilecek mi? Şurası açık ki neoliberallerle iktidarı paylaşmak, onun mevcut sosyal zeminini zayıflatıp dağıtacak.

Yeni Sağ, muhalefet konumundan neoliberal sağla iktidarı paylaşma konumuna geçtikçe, çelişkiler derinleşecek. Kitlesel toplaşmalar ve göçmen işçilerin sınır dışı edilmesi kapitalist istihdam politikalarını değiştirmeyecek, sosyal hizmetlerin yeniden temin edilmesini sağlamayacak, hayat standartlarını artırmayacak. Emekle sermaye arasındaki korporatist birlik üzerinden “millî” sermayeyi yabancı sermaye karşısında teşvik etmek, sınıfsal çelişkiyi azaltmayacak. “Millî sermaye”nin kendi yabancı ortaklarına emeğin çıkarına olacak şekilde karşı çıkmasını düşünmek, tümüyle gerçek dışı bir hayal.

“Milliyetçi sağ” içindeki ayrışmalar, yani açıktan faşist olanlarla seçimlere giren korporatist kesimler arasındaki bölünme, giderek yoğunlaşacak. Muhtemelen “millî” sermayeyle uzlaşma, demokratik usuller ve sosyal eşitsizlikler “milliyetçi” sağ eliyle sahte bir radikalizmin açığa vurulmasına neden olacak yeni bir sınıfsal çatışma dalgasına kapı aralayacaktır. Kendisini davaya adamış, kökleri ülkesinin derinliklerinde olan, millî ve sınıfî gelenekleriyle gurur duyan, etnik ve dinî “kimlikler” üzerinden işçileri birleştirebilen bir sol, kitlesini yeniden kazanarak, sağın neoliberal ve “milliyetçi” iki yüzüne karşı gerçek bir alternatif olarak yeniden ortaya çıkabilir. Uzun soluklu ekonomik kriz, hayat standartlarının kötüleşmesi, işsizlik ve kişisel güvencesizlik milliyetçi sağın yükselişini koşullamışsa, millete, sınıfa ve cemaate dair gerçekliklerle derin ilişkiler kurmuş bir solun sahneye çıkışını da pekâlâ koşullar. Neoliberaller kendilerinin sebep oldukları felâketler ve sorunlar için herhangi bir çözüm öneremezler; yeni sağın milliyetçilerindeki cevap da yanlış ve tepkiselcidir. Sol’un elinde bir çözüm var mı peki? O, sadece Brüksel’deki emperyalist despotik yönetimi devirerek bile millî-sınıfî meseleleri ele almaya başlayabilir.

Zeyil ve Son Gözlemler

Sol alternatifin bulunmadığı koşullarda, işçi sınıfına mensup seçmenlerin önünde iki seçenek durmaktadır: kitlesel olarak seçimlerde oy kullanmama ve grevler. Son AB seçiminde Fransız seçmeninin %60’ı sandık başına gitmemiş, işçi mahallelerinde bu oran %80’e yaklaşmıştır. Bu yol tüm AB genelinde tekrar edilmiş veya daha da ilerisine geçilmiştir. Ya güçbelâ AB’ye destek verilmiş ya da yeni sağa. Seçimden haftalar, günler önce işçiler sokaklara çıkmıştır. Devlet memurları, dok işçileri ve diğer sektörlerden işçiler kitlesel grevler gerçekleştirmiş, sosyal hizmetler, sağlık, eğitim, emekli maaşları, kapatılan fabrikalar, kütlesel işten çıkarmaları öngören AB dayatması “tasarruf tedbirleri”ne karşı işsizler ve halk sınıfları birçok kitle gösterileri tertiplemiştir. Çok sayıda seçmenin sandığa gitmemesi ve sokak gösterileri, hem troykanın neoliberal sağına hem de “Yeni Sağ”ına halkın büyük bir bölümünün itiraz ettiğini göstermektedir.

James Petras
30 Mayıs 2014
Kaynak

0 Yorum: