11 Ocak 2014

,

Kâğıttan Kurtlar


Gezi İsyanı ile Haziran Kıyamı arasında belirli bir açı var. Bu açı politika bakımından hayırlı bir anlamda. Kıyamın isyana karşı gerilimi önemli sonuçlar verecek ama isyanın kentli, orta sınıf niteliği kıyamcıların ayağına demir gülleler bağlayacak.

Bu nedenle Gezi güzellemelerinden kaçınmak, güzelleme yapanlardan tiksinmek gerek. Onu milat olarak belirlemek, kendisini başa yazmanın bir yansıması. Bugün iktidardaki sarsıntının Gezi’ye bağlanması da dâhil olmak üzere, her türden yüceltme tarihsizdir, toplumsal bağları keser, toplumsuzdur, tarihsel bağları kopartır.

Bugün “camisinde içki içen”, “başörtülü bacısına tüküren”, “kucak kucağa oturan”, devletli varlığıyla dalga geçme cüreti gösteren asi Gezicilere elma şekerleri sunuyorlar. “Züppe gençliğe” övgüler düzüyorlar. Bunların Tayyip’i devirdiğini söylüyorlar ama devrimcilik konusu olunca da burunlarından kıl aldırmıyorlar. Satacak yeni şeyler buluyorlar. Uyanık küçük esnaf, dükkânının çapı kadar düşünüyor, tezgâhının önünü dünya zannediyor.

Mao, emperyalizm için “kâğıttan kaplan” diyordu. Bu esnaf-zanaatkârlar, küçük burjuva siyasetleriyle ancak “kâğıttan kurt” olabiliyorlar, sol siyasetin eski kurtları geçmişin hesabını vermeden, utanmadan, arlanmadan, sağa sola akıl veriyorlar. Politikada akli müdahaleyi “rasyonalizm” diyerek eleştirip kenara atıyorlar ki politik alanda tek akıl kendi akılları olabilsin. Her şeyi bitirmiş kişi, yeni şeylerin olmasına ve yapılmasına izin vermiyor. Olanı ve yapılanı kendi ölçüsüne vuruyor sadece.

Bu orta sınıf siyaset Gezi’yi yaldızlıyor, onun eleştirilmesine, dönüştürülmesine, kıyamcıların yürüyüşüne katılmasına, devrimcileşmesine ve kalıcı, geriye dönüşsüz sonuçlar üretmesine izin vermiyor. Orta sınıf siyaset, halkın kıyamında ve isyanında yeni rant kapıları aramayı siyaset zannediyor. Gezi’nin örgütlenip hayatın tüm kılcal damarlarına akmasını engelliyor özünde.

Ve birden, hiç arlanmadan, Fethullahçı oluyor, Fethullah’ı yoldaş kabul ediyor. Tüm meseleyi Tayyip’e indirgiyor, kapatıyor, devrimi bir adamın gitmesine bağlıyor, böyle kolay devrime ve devrimciliğe can kurban!

Lenin, “akıllı idealizm aptal materyalizme yeğdir” diyor. Bu orta sınıf siyaset, kendi aptallığını verili, gördüğü maddeye işaret ederek örtbas edebileceğini zannediyor. Gördüğüne inanıyor, duyduğunu gerçek zannediyor. Özellikle iktidardakilerin, örneğin Tayyip’in ağzından çıkanların gerçek olduğu vehmine kapılıyor. Tayyip “2023” diyor, bunlar da korkup-korkutup anlamsız politik değerlendirmede bulunuyorlar. Tayyip’in ağzından çıkanı not etmeyi teorisyenlik zannediyorlar. Bu gazeteci kafası, köşe kapmak için siyasetle ilgileniyor. Akademi ajan yuvası ve gazetelere eleman yetiştiriyor.

“Heyula” şekilsiz madde demek, “hayalet” de imgesel tasarımlar. Gezi böyle algılanıyor. Bu hâliyle ürkütmüyor. Sadece satılıyor, imge olarak. Gezi, orta sınıf siyasetin elinde kendi laikliğinin, modernliğinin, ilericiliğinin bir imajına dönüşüyor. Gösteri toplumunun hizmetine sunuluyor.

İktidarın kesintisiz ve konsolide olarak 20 yıl bir toplumun tepesinde olması, devrim davası güdenler değil, devrimci’liği pazarlayanlar için ağır bir mesele. Yoğunlaşmış, tekleşmiş bir iktidar bloğunun yıkılmasının, daha kapsamlı, derin, kolektif bir huruca muhtaç olacağı açık. Esnafların, zanaatkârların ve tüccarların böylesi bir huruca düşman olduğu kesin. Tam da bu nedenle yıllar hesaplanıyor. Her şey aritmetik ve satranç zannediliyor.

Tayyip’in gelmesi ve gitmesi devlet mekanizması için asli değil. “Politika şiddetin bizatihi kendisidir” diyen kafa, “devlet Tayyip’in bizatihi kendisidir” diyor. İlk cümle, şiddet dışı pratiklerin politik ve devrimci niteliğini çöpe atıyor, ikinci cümle devlete karşı mücadeleyi Tayyip’e karşı mücadeleye kapatıyor. Aslında her ikisi de hiçbir şey yapmamayı, revizyonizmi ve konformizmi güncellemekten başka bir şey yapmıyor. Gitmekte olanın yelinden beslenmek önemli değil. Mesele, gelmekte olana hazırlanmak, olanı, bu gerilimde, müdahale konusu kılmak.

Fethullah’ı Tayyip’e orta sınıf niteliklerinden dolayı tercih ediyorlar. Fethullah’ın ağzındaki sivil demokrasi zokasını kolayca yutuyorlar. Devlet karşıtlığına indirgenmiş şeklî siyasetleri demokrasinin nimetlerinden faydalanmaya odaklanıyor. Oysa Fethullah sızıyor her yere, içimize…

Yalçın Küçük, on yıldır küçük burjuvalara sesleniyor aslolarak. Onlara, “sizin bir yere gelmenize, bir şey olmanıza, değersizleşmenize neden olan işte bu iktidar” diyor. Küçük burjuvaları buradan örgütleyebileceğini zannediyor. Devletin ayağa düştüğünü, kıymetsiz kişilerin elinde oyuncak olduğunu söyleyenler devletin uşağı, Tayyip’in kelime dağarcağının “fukara” olduğunu söyleyenler de aynı yerde. “Tayyip Erdoğan denize düşünce yılanlarına sarılıyor” deniliyor, “bu yılanlarından biri PKK” diyen başka ne olabilir ki!

Gezi sürecinde palalı şerefsizlerden Gezi eylemcilerinin korktuğunu söylemenin başka bir izahı yok. Küçük burjuva siyaset, bu paramiliter güçlerin olmadığını, paralı askerlerden korktuğu için anlamamış. Üstelik polisin cemaatçi niteliğini de görmemiş. O sadece kendisinin görülmesini istediğinden, sadece gördüğüne inanıyor. Tayyip’in soyut yüzde ellilik kitlesinin Gezi’yle ve bu yolsuzluk operasyonuyla kemikleştiğini görmüyor. Aksine o kitlenin yarıldığını, sarsıldığını zannediyor. Küçük burjuvanın temel hastalığı: herkesi kendisi gibi zannetmek.

Küçük burjuvanın iki temel özelliği var:

Biri, her şeyin başı ve sonu olmaya çalışmak, her şeyi kendisinden başlatmak; ikincisi de herkesi ve her şeyi kendisine mecbur kılmak. Teorisi de politikası da bundan ibaret.

Bu teori ve politikanın kitlelerle, sömürüyle, zulümle, mücadeleyle, iktidarı ele geçirmeyle hiçbir işi olamaz. O sadece kendisine çalışır, kendisini işler, kendine yaşar. Kendi birey bütünlüğünü tarihe ve topluma dayatır. Hepsi bu.

Ezilenlere akıl verir sonra. Onlar adına konuşur utanmadan, onlar hiç konuşmasın diye. Tek derdi, onların akılsız, ruhsuz, geleceksiz ve geçmişsiz varlıklarını bugünde cepheye sürmek, kendine dirseğiyle yer açmaktır. O Tayyip’te düşman değil rakip görür. Onun için Tayyip aynadır. Kimisi Tayyip’e, kimisi kendisine çekidüzen vermeye çalışır. “Tayyip âlet olarak devleti iyi yönetemedi” diyorsa, bilin ki, kendisi taliptir o âleti kullanmaya. Kemalizm vurgusu da Kemalizm karşıtı olarak kurguladığı Marksizmiyle ilgilidir. Yani Kemalizm yüceltilmeli ki onun Marksizmi de yüce görünsün. Marksizm devlet ideolojisi olma adayıdır ona göre. “Kemalizm eşittir Tayyip eşittir devlet” denklemi çok dâhiyane. Çünkü “eşittir”de nelerin olup bittiğini ustalıkla gizliyor. Bu küçük burjuvalar da Tayyip gibi ustalık dönemine geçmiş anlaşılan. Öyle bir ustalık ki, Tayyip’in bugün Suriye’de kullandığı çeteleri ileride devrim için kullanabileceğini bile düşünebiliyor.

Gezi’yi geriye çekenlerin meramı bugün daha net. CHP’yle önlerinin açık olduğunu düşünüyorlar. Bu partiye çalışıyorlar. Oysa AKP ile CHP arasında fark yok. Tayyip’in Kemalist kulvardan çıktığını ama Gezi ve Fethullah saldırıları sonrası Kurumsal Kemalizm sınırlarına çekildiğini kripto Kemalistler söylüyor.

Bilimcilik adına onca yıl koşturanların, her türlü ideolojik yükten genç militanları kurtarmayı vaat edenlerin bugün “ideoloji, meşakkate katlanmayı göze alan özneler yaratır” demesi nafile. Tayyip de böyleydi zira, o da devletin verili ideolojisi dışında her ideolojiye savaş açıyordu. Hakiki Marksizm de Marksizmi şu veya bu şekilde kuşanmış kadroları ideolojilerden arındırma operasyonuydu, Allah’tan tutmadı. Bazı örgütleri tasfiye etmeyi denedi, bazılarına güller, boncuklar dağıttı, olmadı. Meşakkati göze almış bir hareketin bu tip ajanlara vereceği cevap her zaman kesin ve kati.

Tayyip Erdoğan’ın kişi olarak bu denli önemsenmesi, yüceltilmesi, merkeze konulması, analizi körleştiriyor. Bu çaba, esasında küçük burjuvanın siyasetin merkezine bireyi koymasıyla ilişkili. Ne kadar “Marksistim” dese de biraz kazındığında liberalliği sırıtıyor. Liberal bir hamle ile Fethullah hocasının eteğine yapışıyor bu birey.

Söz konusu bireyin varoluşu, siyaseti, zihniyeti şu cümlelerinde geçen “devlet” sözcüğünün aslında kendisini imlediği düşünüldüğünde tam olarak anlaşılır: “Bir kurumun devlet diye adlandırılabilmesi için, hükümran olduğu toplumun güç ve kesimleri karşısında “şeklen” (eşdeyişle, hukuken) göreli bir özerkliğinin olması gerekir. Cümlesini, bütün nüfusu kapsayacak tarzda kurması beklenir devletten.” Üstelik devlete akıl veren, onun nasıl olmasına ilişkin beklentisini dillendiren bu birey, arlanmadan, bir kadro, bir militan, bir halk ve bir tarih olarak şehit düşmüş Ethem’i ağzına dolayabiliyor. Devlete ideoloji ihdas edeceğinden söz edebiliyor. Bu işmar kime ve neye, gayet açık.

Tayyip birey düzleminde analiz edilince, saçmalamak işten değil. Tayyip’in Müslüman olduğu vehmi bu saçmalamanın ürünü. Kişi olarak saralı ya da yaralı olmasının bir hükmü yok. O Mısır’a ve birçok yere görevli gitti. Ezilenleri kendi bireyliğine ram etmek, mecbur kılmak için ezenleri birey derekesinde görmek kaçınılmaz. Bu zihniyet için kitlelerin, hareketlerin, dinamiklerin bir hükmü yok. Bireyi boğan her şeyden kurtulmak, tek teori, tek politika bu. Rabia bunların elinde hamse…

Ama bu hamse bir anda yumruk oluyor, havaya kalkıyor ve diyor ki, “İslamiyet bu ülkede devlet düzlemine geçemez, iktidar olamaz, ülkenin nesnel karakteri buna uygun değil. Gelin en iyisi gizli Kemalist olalım, açıktan liberallik yapalım.”

Bu liberalizm Fethullah’a örgütlendiğini görmüyor, Fethullah’ı örgütlediğini zannediyor. Fethullah devletin bir kolu oysa. Bu liberalizm kendi para düşkünlüğünü örtbas etmek için Tayyip’in rantçılığıyla, gizli kasalarıyla uğraşıyor. “Politika gerçek kudret işi” diyerek, herkesi varolan kudrete tabi kılmaya çalışıyor. Fethullah, PKK, devrimciler, kimi zaman Seattle anarşistleri, kimi zaman da popüler yazarlar, bu kalemden. Aralarında hiçbir fark yok. Gerçekçi olup imkânsızı istemek bunlar için küfür. Sadece “olana bak, kim güçlüyse arkasına dizil, güçlü olan sana yolu gösterecektir” diyorlar. Gerçekçilik, aptal materyalizm, sadece bu bireylerin gerçeğini ve maddesini anlatıyor. Varoluş mücadelesinin yıkıcı-kurucu bir mücadeleye dönüşmesini istemiyorlar. Çünkü o durumda kendilerinin de küçük kumdan kalelerinin yıkılacağını biliyorlar.

Devleti birey zanneden zihniyetin arksizm ve devrimcilik dışı olduğunu söylemeye bile gerek yok. Birey gibi hayaller kuran devletin hayallerinin bozulmasını ümitvar bir şey zannetmek, ciddi yanılsama. Bu bireyin tabii ki “ezilenlere gösterecek somut bir alternatifi” olamaz. Kendi rahatlığı için devlete küsen, kızan bir bireyin geleceğe ve ezilenlere söyleyebileceği ne olabilir ki? Böylesi bir liberalizm, Gezi’yi doğalında seçim sürecine kilitliyor. Ruh çağırır gibi, Gezi ruhuna sesleniyor. Cevap alamıyor. Gezi’nin Tayyip imgesini gerçek zannedip saldıran bir tarafı vardı, bu piyasada cari olan da bu saldırı edebiyatı. Küçük burjuvalar son süreci analiz ederken, gene bu piyasaya sesleniyorlar. Tayyip’in gitmesini işin sonu olarak belirliyorlar. Küçük burjuva, gene işin başı ve sonu olmakta diretiyor. Bunun için herkesi ve her şeyi kendisine mecbur kılmaya çalışıyor. Bu hamleler, Gezi sürecinde Tayyip’e “yüzde elliyi zor tutuyorum” dedirtti ve aslında o yüzde elliyi Geziciler kurdu, inşa etti. Dağılma, şaşkınlık ve savrulma arifesinde o kitle tekrar führerinin gölgesine sığındı. Haziran Kıyamı bu kitleyle buluşamadı. Aslolarak bugün de orta sınıflarla “g.tünün kılı” diye horlanan mazlum fukara halk kitleleri arasında bir ayrışma ve kavga var. Küçük burjuva siyaset de esas olarak ikincisiyle korkutup ya da onu hor görerek birinci ata oynuyor.

Siyasetin kâğıttan kurtları, bugün “Fethullah, CHP ve TSK ile uzlaşalım” diyorlar, “bakın, güçsüzüz, güçlünün yanında olalım ki güçlenelim” öğüdünü veriyorlar. Kürd hareketinden uzaklaşmayı öneriyorlar. Teoriyi olduğu gibi politikayı da krizi, kaosu, belirsizliği, ucu açıklığı, kontrolsüzlüğü yok etmek için ifa ediyorlar. Mazlumların umudu ise onların yok etmek istedikleri yerde.

Eren Balkır
10 Ocak 2014

0 Yorum: