11 Aralık 2013

, ,

Roger Waters Söyleşisi


Müzik, Sanatçıların Politik Rolü ve

Filistin Dâhil Tüm Dünya Genelinde

Adalet İçin Yürüttüğü Eylemlilik Üzerine


Roger Waters Söyleşisi

Frank Barat
6 Aralık 2013

 

Eylül 2013’te sona eren “The Wall” turnesini böylesine politik kılmaya ne vakit karar verdiniz? Ayrıca son konserinizi neden Jean-Charles De Menezes’e ithaf ettiniz?

İlk gösteri 14 Ekim 2010’daydı. 2009’da Sean Evans’la gösterinin içeriği üzerine çalışmaya başladık. Bunun öncesinde gösteriyi 1979/80’deki içeriğinden görece daha politik bir içeriğe kavuşturmaya karar vermiştim zaten. Mesele tek başına öğretmenlerinden hoşlanmayan yaramaz bir küçük çocukla ilgili olamazdı. Mesele görece daha evrenseldi esasında. Çatışma içerisinde katledilen aile üyelerimize yönelik olarak hissettiğimiz keder ve kayıp hissini evrenselleştirmeye çalışan ve savaşlarda ölen insanların resimlerinin gösterildiği “toprağa düşen canlarımız” bölümü tam da bu noktada gündeme geldi. Hangi savaş olduğundan ya da hangi koşullarda yaşandığından bağımsız olarak batılı olmayan dünyadaki insanlar bizden daha çok kayıp yaşadılar. Savaşlar “biz ve onlar” arasındaki ayrıma dair önemli bir sembol. Tüm çatışmalarda temel olan bir imge. Jean-Charles (2005’te Londra’da “terörist” zannedilip polis tarafından 27 yaşında iken katledilen Brezilyalı genç) bahsinde ise, sonuna üç solo yerleştirdiğimiz Brick II bölümünde bu üç solonun fazla olduğuna karar verdik. Bu kadar uzun solo beni sıkıyordu. Bir gece otel odasında otururken bunun yerine ne koyabileceğimi düşündüm. Biri bana kısa süre önce Jean-Charles De Menezes’in duvarın üzerine yansıtılması için bir resmini göndermişti. O vakit aklıma düşen bu gencin hikâyesi ile ilgili bir şarkı yazmayı düşündüm. Şarkıyı hazırlayıp gruba öğrettim.

Birçok sanatçı sanatla politikayı karıştırmanın yanlış olduğunu düşünüyor. Amaçlarının sadece eğlenmek olduğunu söylüyorlar. Bu insanlara ne demek istersiniz?

Aslında söylemem gerekir ki bunu sizin ifade etmeniz çok hoş. Dün yeni albümüme koyacağım yeni şarkımın sözlerini bitirdim. Şarkı, torunuyla birlikte şu sorunun cevabını aramaya çıkan Kuzey İrlandalı bir büyükbabayla ilgili: “Onlar çocukları neden öldürüyorlar?” Sorunun sorulmasının nedeni, torunun bu konuda çok endişeli olması. Şarkının sonuna birkaç şey daha eklemeye karar verdim. Şarkıda çocuk büyükbabasına “hepsi bu mu?” diye soruyor, büyükbaba da cevap veriyor: “Hayır, bir tek notayla yetinemeyiz, bana başka bir nota ver.” Yeni bir şarkı başlıyor ve büyükbaba bir konuşma yapıyor: “Lânet bir hiçliğin orta yerinde minik bir noktayla geçinip gidiyoruz. Şimdi bunlarla ilgilenmezsen sen de ‘Roger, Pink Floyd’u seviyorum ama senin şu lânet politikandan da nefret ediyorum’ diyenlerdensin demektir. Eğer sanatçıların hayatın çamurluğuna amaçsızca tutunan dilsiz, iğdiş edilmiş, boynu bükük bir köpek olması gerektiğine inanıyorsan, sana tavsiyem şu: siktir git bara çünkü zaman parmaklarımızın arasından süzülüp gidiyor.” İşte senin soruna vereceğim cevap da bu.

Albüm ne zaman çıkacak?

Bir fikrim yok. Deli gibi eski projelerle uğraşıp duruyorum bu ara. Önce albümü Sean Evans’a dinleteceğim. Albümü dinlemek için yarın evime gelecek. Bir saat altı dakikalık bir demo hazırladım. İtiraf ediyorum fazla yoğun ama içinde epey de mizah var. Aynı zamanda bayağı radikal ve çok önemli sorular soruyor. Eğer bunu yapan bir tek ben isem ben bundan tümüyle hoşnutum. Ama biliyorum ki dünyada politika ve gerçekliğimiz hakkında kalem oynatan çok sayıda insan var. Üstelik bunların bazıları uç bakış açılarına sahip. Goya’nın, Picasso’nun (Guernica’da) yaptığının, Vietnam Savaşı esnasında ve sonrasında yazılan savaş karşıtı romanların hepsi çok önemli örneğin.

Kendi konumunuz itibarıyla radikal politik tavırlar aldığınızı söylüyorsunuz. Filistin konusunda İsrail’in kültürel açıdan boykot edilmesine açıktan destek veriyorsunuz. Bu taktiğe karşı çıkan insanlar kültürün boykot edilmemesi gerektiğini söylüyorlar. Bu yaklaşıma yönelik cevabınız ne olurdu?

Onların görüşlerini anlıyorum. Herkesin bir görüşü var. Ama bu görüşlere katılmıyorum, bence tümüyle yanlış. İsrail/Filistin’deki durum, işgal, etnik temizlik ve sistematik ırkçı ayrımcılık asla kabul edilemez. Bu nedenle başka bir halkın vatanını işgal eden ve o halka zulmeden bir ülkeye gidip asla konser verilemez. Bu, kesinlikle yanlıştır. Onlar tabii ki itiraz edecekler. İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa işgal altında iken Vichy hükümeti döneminde de bu ülkeye giderek konser vermezdim ben örneğin. Aynı şey, söz konusu dönemde Berlin için de geçerli. Geçmişte bu tepkiyi birçok insan gösterdi. Sürüyle insan 1933-1946 arasında Yahudilere zulmedilmemiş gibi yaptı. Demek ki bu senaryo yeni değil. Üstelik bu kez Filistin halkı katlediliyor. Her düşünen insanın “ne yapabilirim?” diye sorması gerekiyor. Duruma bakan herkes, küresel sivil toplum içinde, dünya genelinde birçok insanın iştirak etiği bir hareket olarak, 2004-2005’te Filistin’deki sivil toplumun yüzde yüz desteğiyle bu ülkede başlamış, Boykot, Tecrit, Yaptırım (BDS) Hareketi gibi şiddete başvurmayan bir yol ile zalime karşı silâhlanıp dövüşmeyi seçmenin bu cani ve zalim rejime karşı meşru bir direniş biçimi olduğunu görecektir. Kısa süre önce Max Blumenthal’ın Golyat: Hayat ve Büyük İsrail’e Dönük Nefret isimli kitabını bitirdim. İnsanın içini donduran bir kitap. Kanaatimce gayet iyi kaleme alınmış. Yazar, çok iyi bir gazeteci ve yazdıklarının doğru olduğundan emin olmak için epey acı çekmiş. Ayrıca diğer tarafa ilişkin de ses veriyor. Örneğin sağcı hahamların tuhaf ve sertlik yüklü söylemlerine yer veriyor. Bu söylemler saçmalıklarla dolu. Bu hahamlar yeryüzünde Yahudi olmayanların kendilerine hizmet etmeleri gerektiğine inanıyorlar, ayrıca alt insanlarla dolu olduğundan, ülkeden Filistinlilerin kovulması gerektiğini düşünüyorlar, tam da bu nedenle, kendilerinin 1948’de bölgedeki yerli halkları defettiklerini söylüyorlar. Otuzlarda Almanya’da yaşanan da buydu. Giderek büyüyen harekete senin ve benim gibi insanların katılması bu nedenle asla şaşırtıcı değil. Tanıştığımız dönemde Russell Filistin Mahkemesi bu meseleye ışık tutmaya çalışıyordu. Ben iki oturumuna katılmıştım. Bildiğim kadarıyla sen daha fazla içinde oldun. Her düşünen insanın ele almak zorunda olduğu gayet çıplak ve temel bir insan hakları meselesi söz konusu olan.


Korkunç olan şu ki Filistinlilerle ve Yahudi olmayanlarla ilgili olarak aşırı sağcı görüşlere sahip uçtaki hahamlar, İsrail toplumu, rejimi ve iktidar yapısı içinde giderek daha fazla öne çıkıyorlar.

Kültürel boykot üzerinden devam etmek istiyorum. Bu konuda belirli bir tavır sergileyen birkaç insandan birisiniz. Tahminimce başarınızın faydalarından istifade ediyorsunuz ve sakin, en azından politik açıdan pek ihtilaf içermeyen bir hayat yaşıyorsunuz. Bu tavrı siz neden gösterdiniz ve daha da önemlisi, neden daha fazla insan göstermiyor? Neden savaşlara karşı tavır alan kimi sanatçılar Filistin meselesine hiç temas etmiyorlar?

Ben ABD’de yaşıyorum. Bu ülkede insanlar öncelikle korkuyorlar. Bence İsrail okullarında üretilen propaganda makinesi bir biçimde işliyor, Netanyahu’nun kopardığı yaygara ABD genelinde, sadece Fox ya da CNN değil, tüm ana akım medya aracılığıyla zihinlere boca ediliyor. Bana göre, kolayca kandırılması mümkün olan halkın ağzına içi bok dolu koca bir kova boşaltılıyor ve “İran’dan korkuyoruz, nükleer silâhlara sahip olacaklar” deniliyor. Bu, dikkatleri başka yöne çekmeyi amaçlayan bir taktik. “Ah evet, biz barış yapmak istiyoruz” diye son yirmi yıl yalan söylediler. Dediler ki, “Camp David’de Clinton, Arafat ve Barak bir araya geldi ama işleri Arafat mahvetti.” Hayır etmedi. Hikâye bu şekilde gerçekleşmedi. Gerçek şu: 1948’den beri bir Filistin devletinin kurulması konusunda hiçbir İsrail hükümeti ciddi bir tavır içinde olmadı. Bu hükümetler, her zaman Ben Gurion’un Arapları ülkeden kovmayı ve büyük İsrail’i kurmayı öngören ajandasına göre hareket ettiler. Bunlar, bir yandan kendi propaganda makinelerinin bir parçası olarak yalan söylediler bir yandan da son on yıl içinde söz konusu ajandayı açıktan uygulamaya soktular. Örneğin Obama’nın Kahire’ye gidip Araplara ve İsraillilere konuşma yapmasından sonra bile, herkes şu kıvamdaydı: “En azından bu, yeni bir yöne doğru atılan bir adım.” Ama Obama, İsrail’i kısa süre sonra ziyaret ettiğinde de bu sefer, “bu arada 1.200 yeni yerleşim kuruyoruz” dediler. Geçen sene Kerry gittiğinde de söylenen buydu: “Tarafları bir araya getirip barışı konuşacağım.” Netanyahu da siktir çekti ve “1.500 yeni yerleşim kuracağız ve bunlar E1 içinde olacak, planımız bu” dedi. Neler olup bittiğini anlamamak için oda sıcaklığından düşük bir IQ’ya sahip olmanız gerek. Salaklık, bu noktada hiçbir şeyin anlaşılmamasını sağlamaya yeter.

Geçen bir makalede şu yazıyordu: “Bu barış görüşmelerinin gerçek olduğuna dünyada sadece ABD Dışişleri Bakanlığı inanıyor.”

Sizin ve benim gibi insanların kendi kardeşlerini umursamasını ve kendi dinimizden, rengimizden, ırkımızdan olmayan insanlarla dayanışma içinde, omuz omuza olmayı gerektiren gerçekten karmaşık bir durum içinde yaşıyoruz. ABD’de bu yalanlar, ısrarcı biçimde yutturulmaya çalışıldı. Yahudi lobisi burada, özellikle benim de parçası olduğum endüstride, epey güçlü. Sizi temin ederim, isim vermeyeyim ama, bana destek verdiklerinde başlarına iş geleceğini düşünen ve korkan çok insan var. Bunlar bana, “hayatından endişe etmiyor musun?” diye soruyorlar. Ben de, “hayır etmiyorum” diyorum.

Birkaç yıl önce turne esnasında 11 Eylül saldırısı gerçekleşti. Grubumdaki ABD vatandaşı iki-üç kişi turnenin bir sonraki ayağına gelmediler. “Neden gelmiyorsunuz? Artık sevmiyor musunuz müziği?” diye sordum. “Hayır, müziği seviyoruz da biz Amerikalıyız ve seyahat etmek artık çok tehlikeli, baksana, bizi öldürmek istiyorlar” diye cevap verdiler.

Evet, beyin yıkama makinesi çalışıyor, desenize!

Çalıştığı belli, bu mülâkatı yapmaktan dolayı mutluyum çünkü mümkün olabildiğince daha fazla gürültü koparmamız gerek. Alon Hadar ile yaptığım söyleşiyi İsrail’deki sağcı Yedioth Ahronoth’un yayınlamasından memnun oldum meselâ. En azından yayınlamışlar. Bağlamını değiştirmiş olsalar da, başka bir şey söylüyormuş gibi görünsem de yayınlamış olmaları önemli. Bildiğiniz gibi, tümüyle baskı altındayım ve görmezden geliniyorum.

Önde gelen İsrailli bir organizatör olan Şuki Weiss, Tel Aviv’de çalmam için öneride bulundu geçenlerde. Konser için yüz dolara bilet satıp yüz bin kişiyi getireceğini söyledi! “Bir dakika, bu 10 milyon dolar eder.” İyi de bu rakamı bana nasıl teklif edebilirler ki? Şuki’nin sağır ya da budala olduğunu düşündüm. Ben, Boykot, Tecrit, Yaptırım Hareketi’nin bir parçasıydım. İsrail’in herhangi bir yerine, üstelik para için gitmiyordum. Bunu yapsam, İsrail devletinin politikalarını meşrulaştırmış olurdum.

Size bir şeyi itiraf edeyim. Bir iki hafta önce Cindy Lauper’a bir mektup yazdım. Mektup kamuoyuna açık değildi. Onu biraz tanıdığımdan, mektubu doğrudan ona yazdım. Lauper ile Berlin’deki Wall konserinde çalışmıştık. 4 Ocak’ta Tel Aviv’de bir konser verecek olmasını gerçekten anlayamıyorum. Kanaatimce bu, açıktan kınanması gereken bir durum. Lauper’ın kişisel hikâyesini bilmiyorum ama gene de insanların bu türden meselelerle ilgili bir fikre sahip olması gerek. Böylesi konulara kişisel yaklaşmak olmaz.


Kesinlikle öyle ama siz gene de bu insanlara bir şeyler yaparak, yazarak yardım edebilirsiniz. Onların gözlerini açabilirsiniz, çünkü sanırım onların tek ihtiyacı olan şey de bu.

Evet ama eğer bu insanların gözlerinin açılması gerekliyse, bu insanların ya Kutsal Topraklar’ı, Batı Şeria’yı, Gazze’yi ya da herhangi bir kontrol noktasını ziyaret etmeleri gerekecek. Tek yapmaları gereken, buraları ziyaret etmek ya da kitap okumak! Tarihe bakılabilir. Max Blumenthal’ın kitabını okusunlar örneğin. Sonra da “ne yapacağımı biliyorum, Tel Aviv’de konser vereceğiz” desinler bakalım. Bu gayet iyi plan, değil mi! (Waters, alaycı bir ifadeyle söylüyor bu sözleri).

Kaynak

0 Yorum: