10 Eylül 2013

,

Geleceği Direnenler Kuracak


Ahmet Atakan’a…

Askere karşı savaşarak kendisini kurmuş olanla, bugün kendisini polis gücüne karşı dövüşerek kuran arasında temel bir fark vardır. İlkinin ikincisini küçük görmesi mümkündür ama anlamsızdır. İkincisinin birincisini dışlaması mümkündür ama yanlıştır. Mücadele içinde olanların ve kendilerini özne olarak orada kuranların ortaklaşa öğrenecekleri çok şey vardır.

HDP, seçim startı vermiştir ve amblemini, Gezi’ye atfen, ağaca çevirmiştir. Belediyeciliğe endeksli bir siyaseti takip edeceğini deklare etmiştir. Gezi sürecinde kılı kıpırdamayan partinin amblem değişikliği, başarılı bir reklâm faaliyetinin ürünü olarak görülmelidir. Üç aydır ortalıkta görünmeyenlerin kendilerini göstermek için bu tür amblemlere muhtaç olması, anlaşılır bir durumdur. Dostun-düşmanın gördüğü bir öznenin kendisini göstermek gibi özel bir kaygısı ve gayreti olamaz.

BDP saflarında belediye seçimlerine yönelik olarak süren tartışmalardan HDP yenilgiyle çıkmıştır. Adalı’dan gelen talimata rağmen BDP, seçime HDP’den ayrı girme kararı almıştır. Bu, Türkiye solunun tasfiyesidir. Türkiye solunun kendisini büyük göstermek için karşısına geçtiği dev aynası kırılmıştır. Bu düş kırıklığı ya da sırttan bıçaklanma değil, hakikatin attığı bir tokattır. Seçimlere ayrı gireceğini öğrenen HDP, batıda tek bir Kürd’den oy alamayacağını bilmelidir.

Kürd hareketi, kendisinin istismar edilmeye çalışıldığını görmüştür. BDP’nin Türk tarafına ses vermesi HDP sayesinde değil, ona rağmen olacaktır. Zira HDP, tam da kendisini çok başlı ve parçalı yapısı ile bir dalgakıran olarak örgütlemektedir. BDP’nin tam da bugünkü gibi, polis şiddetine karşı verilen dövüş içinde kurulacak bir özneye ihtiyacı vardır. O kadar kimlikçiliğin içinde Kürd’ün, basit bir kimlik olmaya karşı direnç geliştirmesi gayet doğaldır, yaşanan ayrışmanın nedenini burada aramak gerekir. Küçük burjuva antagonizma kurgularına ve kimlikçilik teranelerine Kürd’ün karnı toktur. Kürd kadındır, kadıncılığı sevmez; millettir, milliyetçiliği sevmez; onunla kim’liği değil, ne’liği üzerinden ilişki kurulmalıdır. Ne’liğini görmeden, kim olduğuna odaklanmak ve buradan kişisel rabıta kurmak, mücadele içinde oluşmuş Kürd’ü rahatsız edecektir.

Bugün Gezi ile başlayan ve kendisini polis şiddetine karşı yeniden kuran bir HDP, yoktur. Dolayısıyla, olmayan bir öznenin, kendisini askere karşı mücadeleyle kurmuş bir özneye siyaset telkin edebilmesi mümkün değildir. Gezi süreci, Eylül’e uzanan koluyla birlikte, “ulusalcı” olarak etiketlenen yapılar şahsında ilerlemektedir. Bu kol, en fazla, seçimlere kilitlenen CHP’nin önünü temizlemek için devreye sokulabilmektedir. HDP, tam da bu nedenle sahada yoktur. Onun, AKP ve CHP’yi nesnelleştirip her ikisinin kitle tabanını gören ve devrimci, dikine bir hat açma derdi bulunmamaktadır.

HDP’nin, Suriye yüzünden gerginleşen bir coğrafya olarak, Antakya’ya dair tek lafı yoktur. Alevilere yönelik devlet hamlesine karşı tepkisizdir. Zaten devrimcilerle olan gerilimi üzerinden Okmeydanı, Gazi gibi yerlerde geri plandadır. Kitle örgütleri ve sendika odalarına hapsolmuş bir pratiğe göre kendisini kurmaktadır. O odalar, sadece sokaktaki polis gazı içeri dolduğunda boşalabilmektedir.

Bu sürece yiğit Kürd gençlerinin dâhil olması yönünde ham hayaller beslemenin anlamı yoktur. O gençler, sadece politik olarak kendilerini var eden zulmü tanırlar. Doğal bir oluştur bu. Kürd gençlerinin çıplak vurucu güce indirgenmesi onlara hakarettir. Sokağa gelmiyorlarsa bildikleri bir şey vardır. O bildiklerini bugün küçümsememek gerekir.

Mısır’daki katliamı küçümseyen bugünün sokaktaki solu, Kürd’e yönelik zulmü de küçümser, dışlar bir yerdedir. Mazlum halk bölüklerinin birbirlerine yönelik hasetleri ve husumetleri tarihin bir trajedisidir. Bugün sokaktaki polisin Mısır’da Adeviye’ye saldıran, Cizre’yi ateşe boğan, Gazze’yi kanla ezen askerle aynı mayadan olduğunu anlaması için halkın direniş süreci içinde pişmesi bir zorunluluktur. Bu zihinsel bağları kuracak bir parti olamamaktır HDP’nin günahı. Küçük burjuva bir parti olarak HDP, yerin bir karış altındaki proleter olanla köksel bağlarını kestiği için, bu zihinsel ve somut maddî bağları kurması mümkün değildir. O, ordusu olan bir güce sırtını yaslar ama “antimilitarizm” şampiyonluğu yapar; “pleplerin diktatörlüğü”ne dayalı harekete rağmen, demokrasiciliğe meyleder. Ordu ve plepler olmadığında yenilgi ve teslimiyet kaçınılmazdır oysa.

BDP’nin ayrı olarak seçimlere girmesini isteyenler, HDP’yi “geri kafalı” görmektedirler. HDP de kendisi dışında kalanları aynı minvalde eleştirmektedir. BDP’deki bir damara göre, hareket coğrafyadaki fiilî dönüşümleri iyi okumuş ve gerekli hamleyi yapmıştır. Birileri geride kalmıştır. HDP bileşenlerine göre ise, kendisi dışındaki sol otoriterdir, indirgemecidir, kabadır, demokrasiden habersizdir. Tüm bu ideolojik tartışmaların yaşandığı momentte Antakya sokaklarına bir gencin kanı akmaktadır. Birileri merdivenleri boyama derdindeyken, faşizm kanımızla boyamaktadır toprağımızı.

Seçimle ilgili pratiğe kilitlendiğinden HDP, Gezi sürecinden öznel kaygılarla uzak duran BDP’nin yanında yer almıştır. Eylül ise son çare ve fırsat olarak görülmektedir, ancak kitlelerin bu hamleye cevabı olumsuzdur. Seçim yüzünden BDP’yle iyi geçinmeye bakan bir parti, ayrışma netleşince sokağa çıkma kararı almıştır. Çıkış da ancak ufak tefek basın açıklamaları düzeyindedir. Haziran direnişinin geçici olarak kurduğu kitlesel öznellik, şiddetten arındırılıp, burjuva partilerinin yedeğine çekilmektedir. “Bu kitlesel hareket kendi partisini kursun” diyen de, onu burjuva partilerine bağlayanlar da küçük burjuvalardır. Kitlenin korkan yanıdır küçük burjuvazi. Kendi hayatî ve meslekî tahayyülünü harekete hâkim kılmıştır. Örgütler de bu menzilden ve ufuktan azade değildirler.

Direnişin kolektif bir akla ve ocağa ihtiyacı vardır. Seçim endeksli pratiğe kilitlendiğinden, HDP’nin bu ihtiyacı karşılaması mümkün değildir. Reformist partilerin de kendilerini buradan yeniden kurma imkânı bulunmamaktadır. Askere göre kendisini kuranın dağları vardır; polise göre kuranınsa teslimiyetin mekânları olarak kentleri. Bu kentlerde, yükseğe, korunaklı bir alana ve geçitlerle birbirine bağlanan bir ağa rastlanmamaktadır. Dolayısıyla, polisin şiddetine karşı kendisini kurma imkânı, havada gaz bulutu ile birlikte, dağılmaktadır. Tek politik gündem seçimdir ve seçim öncesi süreç sığ ideolojik hamlelere kilitlenmektedir. Kitlelerin yüksekte, korunaklı ve organik bağlara sahip bir kolektif özneye ihtiyacı olduğu kesindir. Ancak her özne, kitlelerin yükselen dalgası altında kalmaktadır. Yüksekte, yücede duran bir bayrağımız, bayraklaştırdığımız bir örgütlülüğümüz yoksa yenilgi kaçınılmazdır.

Şehidlerimiz birer bayraktır. Bayrak, bugün Ahmet Atakan’dır. Akıl da, ocak da, namlu da, mevzi de odur. Bir Ahmet’i daha yitirmenin acısı bu ülkenin kalbini dinamit kuyusuna çevirmelidir.

Eren Balkır
9 Eylül 2013

0 Yorum: