22 Haziran 2013

,

İsâr


Gezi Parkı, kolektif direnişin ta kendisidir. İktidarın, onun çanağı ve para muslukları önünde sıra olmuşların, Gezi Parkı ile direnişi ayırma gayretleri saldırının bir parçasıdır. Direniş onlar için ne kadar suçsa Gezi de suçtur. Bu düzen, parkları suç gördüğündendir ki bu kavga alazlanmıştır. Onlar, bu direniş karşısında parkın kendisini suç ilân etmelerini gizleme derdine düşmüşlerdir. Bu dert onları boğacaktır.

Gezi, “boş zaman”ın başkaldırısıdır. Sevgilinin saçlarındaki elin, omzundaki başın isyanıdır. Ona saldırı aşka saldırıdır. Çıkarlarına Allah gibi tapanların çıkarsız sevgiye karşı açtığı savaşın bir cephesidir. Onlar, işe yaramayan, kâr getirmeyen, sonuç üretmeyen her şeye düşmandır. Tarım bakanının ağzından çıktığı biçimiyle, meraları yağmalayanlardır. Kanserojen büyümenin, amacı sırf büyük ve iri gözükmek isteyen Amerikancı-nicelikçi zihniyetin saldırısıdır. Muhteviyatın heba edilmesidir. Gezi, özün çarpık biçimin önüne geçmesidir.

Herkesi sinekleştirip yağını çıkartmaya yeminli bu düzen, boş zamanı olabildiğince daraltma derdindedir. İşyerlerinde işçilere, memurlara “bahşedilen” sigara içme vakitlerine göz diken düzen, insanların muhabbetlerini bile kendisine düşman bellemek zorundadır. Boş zamanın kavgasını verirken, işsizlerin, tinercilerin, yankesicilerin, hırsızların öne çıkartılması ve direnişçilerin bunlara benzetilmesi, tesadüfî değildir. Başbakanından en alttaki polise devletin memuru olan kişiler, hiç çalışmadan biriktirdikleri servetlerini bu şekilde korumaktadırlar. Kibirden uyuşmuş beyinlerini tinercilere küfrederek gizlemek durumundadırlar. Her gün milletin cebinden milyonları soyanlar, bu soygunu karşı saldırıyla örtbas etmeye mecburdurlar. Yağmacılar ve hırsızlar, toprağı, havayı, suyu kendi çetelerine nasıl peşkeş çektiklerini bu tezviratla saklamaya mecburdurlar. Bir park, tam da bu nedenle bir savaş alanına dönüşmüştür.

Gezi Parkı direnişi, başbakanın “tinerci bunlar” saldırısının bir uzantısıdır. Sigara düzenlemeleri üç beş patron için alınmış bir karardır ve bu kararın parkla dolaylı ilişkisi mevcuttur. Bunların gözü, ranttan başka hiçbir şey görmemektedir. Faşizm, otuzlarda toplum kurgusu için hiçbir fayda üretmediği düşünülen yaşlıların, engellilerin katledilmesidir. Devletin kapitalist kâr ve fayda merkezli yeniden inşasıdır.

ABD’de toplum mühendisliği ve FBI işbirliği ile hazırlanan raporlarda parkların ortadan kaldırılması gerektiği üzerinde durulmaktadır. Parklar suç merkezleridir, onlara göre. Müslüman olduğu iddiasındaki kişilerse Gezi Parkı’nın yıkılmasına tam da bu nedenle destek olmaktadırlar. Köleliğin, Allah’a değil, bu devlete kulluğun zincirlerine birer halka daha eklediklerinin farkında değildirler. Bu bilinç eksikliği, bizim zaafımızdır. Devlet, çalışan insanların çalışmayan insanlara yönelik haset ve öfkesini namluya sürmektedir esasında. Bu, çalışanların sömürüldüklerini unutmasını beraberinde getirmektedir. Gezi, hayatın ürettiği fazlanın hayatı esir almasına karşı bir itirazdır.

Sigara yasakları insanların sağlığı düşünüldüğünden değil, iş kaybına neden olması sebebiyle gündeme gelmiştir. Artık emekçilerin bir sigara etrafında muhabbet etmesi bile yasaktır. Gezi direnişi, bu muhabbetin dil bulmasıdır. Bu düzenin bekçisi olarak AKP, efendilerine hoş görünmek için sürekli bu noktalara saldırmak zorundadır. Efendileri için her şeyi işe yararlı ve kârlı kılmaktadır. Bunlar, Allah’tan Kitap’tan habersiz bir Afrikalı yerli kadının, maymunu neden emzirdiğine dair soru üzerine verdiği, “biz doğadan aldığımızı ona geri veririz” cevabındaki ahlâk ve adabdan mahrumdur. Zira bunlar, maymunların tasmalarla gezdirildiği Muaviye saraylarının beslemeleridirler.

Yıllarca İslamcı yazarlar, “Marksistler, her şeyi ekonomiye indirgiyorlar, insanı görmüyorlar” deyip Marksizmi eleştirmişlerdir. Ama bugün bu İslamcı geçinenler, “her şey ekonomidir, ekonomi de tıkırında, rahat batıyor size” demektedirler. Haysiyeti, hürriyeti, adaleti ve merhameti hatırlatmaksa bu sefer Marksistlere düşmektedir. İnsan’ın direnişi, çarkların dönmesi için gerekli yağa dönüşmemeye yöneliktir. O yağı temin etmek, muktedirlerin aslî görevidir.

Gezi direnişi, ekonomi güçlerine kul olmuş Allahsız “İslamcılar”ı kesip devletin safına atmıştır. Bundan sonra bunların ağzından çıkacak haysiyet, hürriyet, adalet ve merhamet kelimelerinin hiçbir hükmü kalmamıştır. Mesela “ben devrime karşıyım” diyen Nihal Bengisu Karaca, bir devrim olarak İslam’a ve Peygamber’e karşı olduğunu ve tağutun safına geçtiğini açıktan ikrar etmiştir. İslamcılık, aslında iktidar olduğu ya da Mümtaz’er Türköne “kapatın artık şu davayı” dediği için değil, o eleştiriyormuş gibi göründüğü kemalizmin kalelerine sığındığı için bitmiştir.

Direniş süresince sokağa dökülen herkes, politik olarak halkı oluşturur. Onun dışında kalanların halk olma niteliği yoktur. Bu noktada demokrasi edebiyatı zeminini yitirir. Halk, yaratmaktır, ibdadır. Yaratmak için yıkmak şarttır. Yıkıcılığa, kırılan camların parasına bakanların esasta saldırdıkları, bu yaratma pratiğidir. Her türlü ideolojik yükle sokağa çıkanların yıkıp kurdukları ise başka bir hayattır.

Başka hayat için yürekteki dert, akıldaki öfke, gene bu lânet hayatın dili ve kelimeleri ile konuşur. Ağza dolan küfürler bile bunun karşılığıdır. Başka hayatın namuslu kelimelerine henüz kavuşulamadığı için dil küfre sığınmıştır.

Sabra-Şatilla kampında büyüyen çocuklarla ilgili bir belgeselde anaokul öğretmeni, çocuklardan Filistin ile ilgili resimler çizmesini ister. Bir kız çocuğu, karakalemle bir kuş çizer. Öğretmen, kuşu neden boyamadığını sorar. Çocuk, “Filistin’den gelecek kuşun renklerini bilmiyorum ki” diye cevap verir. Filistin, onun için bir cennet ülkesidir ve oradan gelen kuşun rengini verecek bir boya yoktur ortada. Dildeki düğüm, yürekteki sekme, boğazdaki yanma, bu yüzdendir. Başka hayatın sözcüklerini bu hayattan türetmek, sancılıdır.

Gezi direnişi, başka hayata andaçtır. Tarihe çentik atmaktır. Parmağa düğümlenen kırmızı kurdeledir. Unutmak, artık unutulmuştur.

Direniş boyunca “nihayet bilgisayar başından kalkıp sokağa dökülen gençler”le alay edilmiştir. Bu öfke, onları parklardan, tahterevalliden, kaydıraktan, misketten, topaçtan mahrum bırakan düzene yöneliktir. Bu gençlik, İzmir’de ziyaretlerine gelip kendilerine yiyecek getiren ninenin “dutlar daha olmadı, olsaydı biraz getirecektim” sözüne gözyaşı dökmektedir. O yaşın süzüldüğü yerde hangi kimyasal, hangi biber gazı tesir edebilir ki artık.

Bu kahpe düzen, sinek, böcek kılıp tek tek bizi kendisine kul etmek derdindedir. Ama bir yanımız eksiktir ve dost, aşk, kavga ve ortaklık türküleri haykırmaktadır.

Gezi direnişi, Türk’ün ve türkünün direnişidir. “Hep yalnız ve güzel olan ülke”, kendi hilafına ve kendi aleyhine üzerine yığılmış bu devlete karşı bozkırların, kızıl atların, kıl çadırların, göçerliğin ve ana sütünün sıcaklığını çağırmaktadır geçmişten. Türk’ün isyanı, Kürd’ün serhildanını imrenerek izlemiş, ona hasetle küfretmiş, bugün nihayet taş yollarda kanın renginde kardeşleşilmiştir. Başka hayat kavgası, atlarını barikatların üzerine süren yiğitlerin canında tohumlanmıştır. Bu, artık geri döndürülemez bir hakikattir.

Maalesef milyonlar, ellerindeki rızkı Allah’tan değil, hükümetten bilip ona asker olmayı seçmiştir öte yandan. Hükümetse ekmeğe kul ettiği milyonlara yaslanarak kibirlenmektedir. Oysa Gezi, ekmeğin direnişidir. Sağlık faşizmine dayalı edebiyatla ekmek eksilmektedir, kursakta düğümlenmektedir. Eskiden yerde görse alan, üç kere öpüp alnına götüren bir millet, ekmeğin panzerler altında ezilişini seyretmektedir. Ethem’in katledildiği yerde karanfillerin arasında duran ekmek, bu isyanın bayrağıdır. Üç kuruşluk hayatlarına biat edenlerin başka hayat kavgasına düşman olmaları kaçınılmazdır, bu, hep böyle olmuştur.

Başka hayat, Ali Şeriati’nin ifadesiyle, “İsâr, her şeyi bağışlamak ve hiçbir şey almamak için bir buyruktur. Yani; Ey birey! Öl de başkaları yaşasınlar”dır. İsâr, “kişinin kendisi ihtiyaç içinde bulunsa bile sahip olduğu imkânları başkalarının ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanması, başkalarının yararı için fedakârlıkta bulunmasıdır.” Kendi nefes dahi alamazken, polis saldırısında maskesini, limonunu başkasıyla paylaşmaktır. Yaralı elini düşmüşe uzatmaktır.

Yirmilerde kahverengi gömlekleriyle “yaşasın ölüm” diye tek sıra yürüyenler, bugün başka hayat iradesini ezmeye çalışmaktadırlar. Gezi Parkı, İsâr’ın direnişidir. Dirilişimizdir.

Eren Balkır
21 Haziran 2013

0 Yorum: