06 Şubat 2013

, ,

Suphilerin Yolunda

Mustafa Suphi ve 1920 konjonktürü ile ilgilenmek, basit anlamda bir entelektüel tarih merakının neticesi değil. Olmamalı.

Bu momentte var edilen komünist hareketin temel zeminini anlamak zorunlu. Neo-ittihatçılık olarak Kemalizmle ve neo-Kemalizm olarak tayyibî rejimle mücadelenin ipuçlarını burada aramak gerek. Aydın, bürokrat ve asker zemininden çıkıp işçi-köylü kitlesi ile hemhal olmanın işaret fişeği orada.

Söz konusu konjonktüre bakıldığında, Kemalizmin nasıl bir karşı-devrim ideolojisi olarak teşkil edildiği daha açık görülüyor. Ülkenin inşası sürecinde ilkin sosyalistler, ardından Müslümanlar, sonrasında da Kürdler tasfiye ediliyorlar. Komünist hareket, bu tasfiye sürecinde daha başta başsız kalmanın cezasını çekiyor. Hareket, zamanla Kemalist kadroların Balkanlı ve Avrupalı gerçeğine göre hizaya çekiliyor. Kaderi bu momentte çiziliyor. Bakû, Çerkes Ethem, Karadeniz’in “kanlı karanlık sular”ı, Müslümanlarla kurulan ilişkiler, Kürdistan gerçeği, ekalliyet ve “işçi-köylü safındayız” diyen bildiriler unutuluyor.

Unutma hâli bugünü koşulluyor ve kendisine “sosyalist ya da komünist” diyenler, son referandumda Kemalist safta hizalanarak, “hayır” diyorlar. Müslüman’ın “evet”ine, Kürd’ün “boykot”una karşı Kemalist yuvasına kaçıyorlar. AKP’ye karşıtlık, emredilen AKP karşıtlığı siyaseti, herkes gibi onları da kör ediyor. Aslen neyle ve ne için mücadele edildiği, bir kez daha unutuluyor. Bir kısmı Kürd’ü, bir kısmı da Müslüman solu AKP karşıtlığı düzleminde önemsermiş gibi görünüyor. Ama buradaki hinlik, anında gün yüzüne çıkıyor. Kürd’e ve Müslüman’a karşı tiksinti, bunların alamet-i farikası oluyor. Çünkü bunlar, Kemalist elite göre, bizzat bu elitin dünyasına örgütlenmiş solcular. Her şeyden arınmış, diyalektikten kopartılmış, maddeden soyutlanmış, biricik bireyliklerini satmayı solculuk olarak pazarlamaya mecburlar.

İktidarı alma hedefi, kendinden menkul bir değer ve anlam taşımıyor. Ancak AKP karşıtlarında kızgınlık ve haset, tam da “göbeğini kaşıyan” adamlardan ya da “takunyalı gericiler”den nefret eden Kemalistlerin kibrine örgütleniyor. Batılı, modernist ve aydınlanmacı kafa, komünist hareketi bir kez daha ele geçiriyor. İşgal harekâtının ve asimilasyon politikasının neticesi olan bu fetih, söz konusu kafayı kırarak ilerleyen Suphilerin ve yanı başında getirdiği Kızıl Alay’ın güzergâhını siliyor. Ama Kemalizmin örgütlediği solcular, Suphileri “basit bir iktidar imkânı”, “devlete memur olma şansı” ya da sıradan bir “cinayet vak’ası” düzeyinde ele alıyorlar. Suphiler, bunun dışında bir değer taşımıyorlar.

İkbal, gündelik çıkarlar, huzur, güvende olma, kısa vadeli amaçlar vs. için Kemalist siyasete örgütlenmek, bu ülkede devrim olmasın diye uğraşan Kemalizmi besliyor, esasta görülmeyen bu. Kürdlerle ve Müslümanlarla ilişkilenme, kendini örgüt zanneden güdük bir birlikteliğin zarar görmemesi ya da tersten büyüyüp şişmesi üzerinden değerlendiriliyor. Oysa tam da ölçü, hiza, göz-kulağın kilitlendiği nokta ve hedef, devrim olmalı.

Kemalizme örgütlenenler, “nasılsa devrim olmayacak” ya da “olsa bile ben görmeyeceğim” diye düşünüyorlar ve efendilerinin huzurlu kucaklarına sığınıyorlar. Birgül Ayman Güler’in dilindeki “Türk Ulusu”nun bir gün sosyalist olacağı beklentisiyle, kitleleri avutmayı siyaset zannediyorlar. Kemalizm, o biricik küçük burjuva bireyin imgesi, simgesi veya mecazı hâline geliyor.

Entelektüel gıdasını Odatv’den, Yalçın Küçük’ten ya da Silivri’den alanların anlamadıkları ve asla anlamayacakları hakikat işte bu. Onlar, vazgeçmişliklerini ya da hiç olmamışlıklarını genele yayarak meşrulaştırmak istiyorlar. Devrim’siz kafa, her şeyi düzlüyor ve politik bir iki laf bilmesi üzerinden kendisini politik zannediyor, politika yaptığını düşünüyor. Komünist içinse devrim’siz politika, politikasız devrimcilik, anlamsız.

Kemalizmi “mazlum bir milletin örgütlü ideolojisi” olarak satanlara kanmamak gerekiyor. Bu topraklarda millet ideolojik planda örgütlenirken esas dert, Osmanlı ve Batı emperyalistlerinin ezdiği canların üzerine bir saray inşa etmek. Faşizmin sırrındaki liberalizm de burada. Batıcı, ilerlemeci, aydınlanmacı akıl, milleti birey nezdinde inşa ediyor. O bireye de kutsal bir put olarak “Atatürk” adı veriliyor. Komünist hareketin putun önündeki sunakta kimlerin kurban edildiğini görüp anlamadan yol alması mümkün değil. Sarayda yaşama arzusu komünist hareketi içten çürütüyor. Tarih ise sarayları yakmayan devrime “devrim” demiyor.

Dolayısıyla, AKP’ye kızıp CHP’nin koltuk altına sığınanların, Suphilerin, Dersimlilerin, Ağrılıların, 12 Eylül’de toprağa düşen yiğitlerin katilleriyle ortaklaştıkları gerçeğini anlamaları zorunlu. Gündelik çıkarlar için işlenen bu günahın kefareti yok.

Mustafa Suphi’lerin yolunda, mazlum milletlerin, işçilerin, köylülerin kurtuluşu için “inkilâbî cehennem ocakları” kurmak yazılı. Kemalizmse inkilâptan, cehennemden, ocaktan kaçanların sığındığı yerin adı. Onu unutup, sığ AKP eleştirilerine bel bağlamak, orta sınıf şehirli korkakların işi.

“Bu vatan bizim” diyerek, üç kuruşluk mülküne sıkı sıkıya sarılmayı yüceltmenin ve mülkiyetçi bir ideoloji üzerinden mülk sahiplerinin duygularına oynamanın komünist siyasetle bir ilişkisi yok. Çek senetleri ve para kasalarını “vatan” olarak görenlerin çıkarlarına işçileri, köylüleri, mazlumları örgütlemek, karşı-devrimcilik. Komünistlerin bu vatanı mutlak, ezeli-ebedi malı-mülkü olarak görenlerin siyasetine devşirecek tek bir kadrosu olmamalı.

Onların, vatanın mevcut sahiplerine yaranarak, onlara hoş görünerek atabilecekleri tek bir adım yok. Bu açıdan Kürd ile nasıl savaşılacağına dair kontrgerilla talimnameleri hazırlayan, öğreti güncelleyen Doktrin Merkezi’nde subaylara “sizin tek çıkış yolunuz var, o da sosyalizm” diye akıl verenlerin bahsini ettikleri sosyalizm, savaşmayan, bölmeyen, mazlum işçi-köylü ekseninde bütünlemeyen küçük burjuva bir gevezelikten ibaret. Bu sosyalizm, Kürd’e ve Müslüman’a düşman.

Kimse, “aslında faşist olan İnönü idi, Kemal devrimciydi” türünden entel salvolara kalkışmasın. Kemalizme karşı sınıfsal kinini bileylemeyen, kendisini devrimci ya da komünist addetmesin.

Çünkü söz konusu sosyalizm, Ankara hükümeti ya da Kemalist cumhuriyet ile süreç içerisinde Moskova hükümeti ya da Sovyetler arasında kurulan ilişkilerin tanımladığı bir ideoloji. Bu ideolojinin gündelik çıkarlar üzerinden şekillendiği açık. O nedenle, işçi-köylü-asker şuraları olarak gerçek zeminde, toprakta kavga veren sovyetlerle bir devlet olarak “Sovyetler”i ayırmak lâzım. İkincisini düşmana karşı savunmak ama birincisini bugünde somutlayarak bu savunuyu yapmak zorunlu. Aksi takdirde, mücadele bir yanıyla eksik olacak. Devletler katındaki müzakerelerin ve anlaşmaların koşulladığı bir tür sosyalizm fikriyatına karşı, yerde, avamda, tüm kiri pasıyla, kanıyla teriyle ilerleyen hatta varolmak şart. Evet biliyoruz; düşman, işçi-köylü-asker şuralarının Anadolu ve İran’a uzanan koçbaşını kırdı. Böyle diye Kemalizmin çoban olduğu sürüye kurt ya da kuzu olunamaz. Teorik ve pratik düzeyde işçi-köylü-asker şuralarının hakiki mücadelesi, kendi komünist militanlarını yetiştirmeli. Bu, geleceğin devriminin bugüne yönelik verdiği bir emir.

Eren Balkır
6 Şubat 2013

0 Yorum: