28 Kasım 2012

, ,

Muhalefetten Kuklaya: Fas’ın AKP’si


Bir gösteri bastırıldı, bir gazeteci dövüldü, bir sanatçı tutuklandı, bir gazete sansürlendi ve bir eylemci işkence gördü. Birileri tarafından övülen bir “manzara” olarak anayasa referandumundan on altı ay ve yeni hükümetin seçilmesinden tam bir yıl sonra Fas’taki manşetler bozuk bir plak gibi tekrarlıyorlar kendilerini. Meclis seçimlerinin 25 Kasım 2011’de yapılacağı duyurulduğunda, 20 Şubat Hareketi ve destekçileri seçimlerin gerçek bir değişimi koşullamayacağı tespiti üzerinden boykot kararı aldılar. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) çoğunluğu ele geçirdiği seçimlerden bir yıl sonra rejimin vaat ettiği “reform yolu”na henüz girilebilmiş değil. Dahası zenginler için vergi muafiyeti, halk ayaklanmasını önlemeyi amaçlayan gıda destekleri ve devlet bütçesinin orantısız bir biçimde birilerine peşkeş çekilmesinden müteşekkil bir bileşim, yardım paketleri ve IMF’den alınan borçlara giderek daha fazla bağımlı hâle gelen ülkenin berbat ekonomik görünümünü izah eder nitelikte.

Esasında bu yapılması öngörülen Kasım 2011 seçimleri birçok gözlemci, kralın takdim ettiği anayasa reformlarına ilişkin ilk sınav olarak değerlendirdi. Reformlar yanında, kadınlar ve gençler için tahsis edilecek koltuklara kota konuldu ve bu durum ciddi ihtilaflara yol açtı. Ayrıca seçimler en çok oy alan partinin liderinin kral tarafından başbakan olarak tayin edilmesini ilk kez sağladı. Başbakan bunun dışında “hükümetin başı” unvanını alıp meclisi dağıtma yetkisini eline geçirdi. Ancak reformlara rağmen iktidarın önemli bir bölümü hâlâ kralın elinde. Muhtelif partiler, hareketler ve kitle örgütlerinin talep ettikleri demokratikleşmeden ziyade serbestleşmeye dönük birer adım olan bu sınırlı reformlar, seçimler esnasında oy kullanma hakkına sahip Faslıların yarısını bile seferber etmeyi başaramadı. Nüfusun yüzde elli beşinin oy kullandığı seçimlerde AKP oyların yüzde yirmi üçünü aldı ve parti lideri Abdullah Benkirani başbakan oldu. Tıpkı önceki seçimler gibi Kasım 2011 seçimleri de bir koalisyon hükümeti ile sonuçlandı. Koalisyon bu sefer AKP, İstiklâl Partisi, Halk Hareketi ve İlerleme ve Sosyalizm Partisi’ni içeriyordu.

Abdullah Benkirani’nin kabinesini resmî olarak takdim etmesinden bile önce saray basına kraliyet danışmanlarının atanmasını duyuran haberler aktardı. Bu danışmanların arasında Kral VI. Muhammed’in çocukluk arkadaşı Fuad Ali Himma ve kralla arasındaki ilişkilerden politik ve mali açıdan istifade eden ünlü bir saray dostu da vardı. AKP’nin seçim kazanmasını önceleyen yıllarda Benkirani ve Himma birbirilerine hasımdı. Bu süre zarfında Benkirani, Himma gibi simalara dönük eleştirel görüşlerini hiç mi hiç sakınmadı. Göreve gelmesini müteakip iki hafta içinde Benkirani, Himma’yı kraliyet danışmanı olarak atayan VI. Muhammed’e tepki niyetine şu sözü sarf etmek zorunda kaldı: “Devletin başının Kral VI. Muhammed olduğu bir ülkede yeni bir hükümet kuruyorum, benim patronum o. Patronum olan devletin başı, kendi kraliyet sarayını yönetiyor.” Başbakan olarak, VI. Muhammed’in kendisinin üzerinde duran bir otorite olduğunu kabul etmenin ötesinde Benkirani, rejimin “reform yolu” olduğunu iddia ettiği şeyin statükoyu muhafaza etmek için inşa edilmiş bir duvardan başka bir şey olmadığına dair herhangi bir emare bulunmadığına ilişkin sav hakkında, Fas’ta mevcut sesleri istemeyerek dile getirmiş oldu.

AKP ve üyeleri, politikaya inancını yitirmiş Faslıları bir biçimde kucakladı. Önceki muzaffer partilerin tersine, AKP’nin yapısı şeffaftı ve iç parti seçimlerine dayanıyordu. Halk önüne her çıktığında Benkirani halk diline başvurdu ve diğer politik simalarla sürekli ilişkilendirilen seçkincilikten ve kopukluktan uzak durdu. Partinin kimi üyeleri bir dönem hapis yatmış isimlerdi, bugün adalet bakanlığı yapan Mustafa Ramiz bile kısa süre hapisten çıkmış olan Faslı gazeteci Raşid Nini’nin avukatlığını yapmıştı. Benkirani’nin kabinesindeki tek kadın olan Besima Hakkuyi, tek bir kadın bakanın atanması kararına itiraz etti. Baştaki vaatlere rağmen bir kez daha Fas’taki mevcut politik iklim, seçimleri kazanmanın politik bir partinin başına gelebilecek en kötü şey olduğunu gösteriyor. Benkirani’nin kullandığı halk dili artık alaya alınıyor. Ramiz’in geçmişteki reform yanlısı duruşuna karşın eylemciler basit barışçıl gösteriler yaptıkları için tutuklanıyorlar. On altı yaşındaki Faslı bir kızın kendisine tecavüz eden adamla evlenmeye zorlanması ardından Hakkuyi, tecavüze uğramış kadının tecavüzcüsü ile evlenmesi gerektiğini savunuyor ve bu durumun “gerçek herhangi bir zarar”a yol açmayacağını söylüyor.

AKP’nin devam eden başarısızlığı ve onu en fazla eleştirmiş kesimlerdeki insanı sağır eden sessizlik, Fas rejimindeki iktidarın çok yüzlü doğasını da kuşatıyor. Monarşi bir yandan muhalefetin savunduğu reformla ilgili dili kullanılırken, bir yandan da kendi otoritesini eşzamanlı olarak dayatıyor, bunun sonucunda da hükümet AKP’ye teslim ediliyor. İtibarını politik alana kendisini başarılı bir biçimde konumlandırmış olması sayesinde edinmiş bir parti olan AKP, bir yandan diğer partilerle ilişkili olarak ortaya çıkan yozlaşma ve akraba kayırmacılığı ile ilgili boş bir dizi anlayışlara dair görece eleştirel bir tutum takınırken, bir yandan da monarşinin stratejisi dâhilinde uyumlu bir aktör olarak iş görüyor. AKP’nin seçilmesi, partinin kendisinden daha çok VI. Muhammed için politik bir zafer. Kral, monarşinin muhafazası noktasında hayatî olan “Fas’ta reformların yapılması” ile ilgili hikâyenin anlatılmasına devam edilmesi için AKP’nin seçilmesi en münasip yol. Ancak monarşinin elindeki iktidar, hem AKP’nin mevcut imajına hem de ülkeyi etkin biçimde yönetme becerisine zarar veriyor. En açık yoldan VI. Muhammed, partinin en önemli hasmını kraliyet danışmanı olarak atamakla sadece AKP ve liderliğine değil, ayrıca önceki hükümetin önemli simalarına da mesaj göndermiş oluyor. Örneğin Kral, Clinton’ın Kasım 2011 seçimleri sonrasında Fas’ı ziyareti esnasında AKP’yi utanç verici biçimde ezdi. Zira Clinton ilk toplantısını mevcut dışişleri bakanı değil, hâlihazırda kraliyet danışmanı olan eski dışişleri bakanı ile yaptı.

Burada tüm suçu monarşiye yüklemek olmaz. Geçmişte AKP liderliğinin yaptığı coşkulu eleştirilerin de gösterdiği üzere parti mevcut iktidar yapısını kabul ediyor ve bu hata mevcut politik imajına gereğinden fazla zarar veriyor. Yukarıda bahsedilen Ramiz dâhil, birçok önemli üyesi, aralarında 20 Şubat Hareketi’nin de bulunduğu muhalif kesimleri açıktan desteklediği için sempatiyle karşılanıyordu. Bu sempati ve destek seçimler ardından birkaç ay içerisinde eridi ve 20 Şubat Hareketi sistematik biçimde ezildi. 2012 Temmuz’unda bir hâkim, söz konusu hareketin illegal olduğuna ve hareketle bağlantılı her türden derneğin kovuşturulmasına hükmetti. İnsan hakları ihlalleri ve hareketin birçok üyesinin tartışmalı hukukî süreç dâhilinde sorgulanmasına ilişkin deliller sunulsa bile, söz konusu pratiklerin düzeltilmesi halkın mevcut durumu kabullenmesinden başka bir sonuç üretmiyor.

Rejim dâhilinde eski bir muhalefet partisi olarak sahip olduğu itibarı muhafaza edebilme noktasında çok az imkânı bulunan AKP, yurtdışında olumlu bir izlenim elde etmek ve ani bir politik ölümden kaçınmak için başka bir yere yüzünü çevirdi. Parti, Fas’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki geçici koltuğu sayesinde, Suriye’de devam eden krizi kuşatan diplomatik manevralarda aktif rol oynama imkânı buluyor. Dışişleri bakanı ve eski AKP lideri Saadettin Osmanî, Suriye rejiminin şiddet eylemlerine karşı sürekli laf eden bir isimdi. Fas, Arap Birliği toplantılarına ev sahipliği yaptı, BMGK’den kimi kararların çıkmasına katkı sundu ve diğer faaliyetler yanında, müzakereler esnasında Rus ve Amerika arasında bir arabulucu olarak iş gördü. Clinton, bir basın brifinginde Osmanî’nin Suriye ile ilgili konumunu öne çıkartıp şunları söyledi: “Fas’ın ilkin Arap Birliği içinde ikinci olarak da Güvenlik Konseyi’nde oynadığı önemli rol için dışişleri bakanına teşekkür ederim. Fas, uluslararası toplumun gayretlerinin biçimlenmesinde özel bir yere sahiptir.”

Kendisini meşru bir politik güç olarak kurmaya çalıştığında bile AKP monarşinin kontrol dışı iktidarını tehdit etmekten kaçındı. Benkirani’nin seçilmiş bir hükümet üzerinden monarşi lehine olan iktidar yapıları tarafından biçimlendirilmiş, kendisinin ve hükümetinin “yönetme imkânı bulduğu” verili koşulları tümüyle kabul etmesi ile birlikte AKP, politik partilerin monarşinin muhafazası adına maniple edildikleri bir ortama girmeye çalışıyor. Önceki hükümet partileri gibi AKP de politik muhalefete karşı bir tür amortisör, bir tampon olarak monarşi için oldukça faydalı. Bu arada İslamcılar, sosyalistler ve muhafazakâr milliyetçilerden oluşan koalisyon hükümetindeki ağız dalaşı monarşinin politik açmaza dönük eleştirilerden uzak durmasını sağlıyor ve tam da anayasa referandumunda yaşandığı üzere, onu Fas halkının “esenliği” için değişimi dayatan “tarafsız” bir kurum olarak sahneye çıkmasına imkân veriyor. Ancak monarşi toplumdan gelecek muhalefetten arî bir yerde durmanın keyfini yaşasa da onun elindeki güç, ekonomik koşulların kötüleşmesi ile birlikte, zayıflıyor. Örneğin geçen hafta 20 Şubat Hareketi ve Fas İnsan Hakları Derneği, sarayın elinde tuttuğu 895.000 dolarlık günlük bütçeyi protesto ederken dayaktan geçirildi. Kimi uzmanlar, Fas’ı bir “istisna” olarak tanımlamaya devam edebilir ancak ülke esasında otoriter rejim, özgürlüklerin ezilmesi ve son iki yıl içinde komşu ülkelerdeki rejimleri deviren koşullara kıyasla daha vahim bir tablo ortaya koyan sosyo-ekonomik koşulları da içine alan bir “istisnaî” durumlar bileşkesinden başka bir şeyi ifade etmemektedir.

Samia İrazzuki

0 Yorum: