21 Kasım 2012

,

Varolmak Direnmektir

Eskiden ‘Filistinliler kahramanlar gibi dövüşüyor’ derlerdi,
şimdilerde ‘Kahramanlar Filistinliler gibi dövüşüyor’ diyorlar.

Varolmak direnmektir.

 

Filistinliler bir haini yakalamışlar, motosikletin arkasına bağlayıp halka teşhir etmişler, işte bu noktada ülke içindeki hâkim İsrail medyası devreye girmiş ve insanlık, hak-hukuk dersleri vermeye başlamış.

Bu yayınların bir kez daha ifşa ettiği üzere, insan da, hak da hukuk da efendilerin durduğu yerden tarif ediliyor. Rahat ve huzurlu etleri, canları, o rahat ve huzurlu malikânelerinde, restoranlarında, otellerinde, plazalarında rahat ve huzurlu bir biçimde varolabilsin diye zalimler, insan, hak ve hukuk tarif edip bu tarifi, sürekli rahatsız ve huzursuz kıldığı mazlumun alnına bir silâh gibi dayıyorlar. Buranın Siyonizm ve emperyalizm uşakları, o silâhı her fırsatta bize doğrultuyorlar.

İsrail içişleri bakanı, bizim iblis naimi aratmayacak biçimde, son operasyonun amacının “Gazze’yi Ortaçağ’a geri göndermek” olduğunu söylüyor.

Tarih konusunda ezberletilmiş bir mevzudur, “Ortaçağ karanlığı”. Bilim insanları, tarihçiler ve felsefeciler, Ortaçağ’ın karanlık olarak nitelenemeyeceğini yeni yeni söylüyorlar. Bu tabirin yerleşmesinin nedeni muhtemelen Yahudiler, zira Ortaçağ, esasında onlar için karanlık.

Aynı durum, “özgürlükler ülkesi Amerika” tabiri için de geçerli. Amerika, kimse için özgürlükler ülkesi değilken, esas olarak onlar için özgürlükler ülkesi ve bu tabiri en çok onlar kullanıyorlar. Bize ezberletilen ifadelere, tarihle alakalı kırıntılara, malumatlara aldanmamak gerekiyor.

* * *

Bugünün zalim İsrail’i, sınıfî, millî ve dinî olanın ortak örgütlenmesinin ve geçmiş zulüm tarihinden damıtılmış bir bilincin ürünü. 48’den beri ona karşı ve ona düşman olarak bileylenmiş sınıfî ve millî kılıçların hepsi, emperyalizm ve Siyonizm tarafından kırıldı, sıra dinî olanda. İhvan çizgisi içinde tek istisna olarak Hamas bu kılıcın ucuydu, o da kırılmak üzere. Direnişi, kırılmamak içindir. Kırılmamak için ortaya konulan direnç, ezilen halkların kolektif direncidir. O direnci ait olduğu bağlamda değerlendirmek gerekir. Düşmanın ve uşaklarının durdukları yer, sahip oldukları çıkarlar, ölçümüz olamaz.

Bu efendiler, bu zalimler bir insan, bir hak, bir hukuk tarif ediyorlar, bizim de Kur’an ayeti gibi bu tarife biat etmemizi bekliyorlar. Oysa savaş, işgal, kırım ve zulüm var. Bu koşullarda insan yok, hain ve düşman var. Bir hain bu şekilde cezalandırılmazsa, teslimiyete meyleden yönler, düşman tarafından daha fazla öne çıkartılacaktı. İçteki düşman olarak bir hain öldürülmeseydi, içi boş bir insan tarifi üzerinden insanca muamele görseydi, düşman, içeride daha fazla mevzi bulabilecekti. Burada savaşın kanunu konuşur.

Çünkü insan, zaten zalime göre tarif edilmiş. Hiçbir savaşın tek bir boyutu yok, içeri dönük tarafı, bazen taktik ve strateji açısından daha fazla önemli olabilir kimi zaman. Dolayısıyla, Gazze’de hainlerin teşhir edilme biçimi birilerinin tüylerini ürpertebilir, ama bu Gazzelilerin değil, o tüylerine altından boncuk dizenlerin günahı!

* * *

Bugün teslim olmuş İslamcılar, saf bir İslam peşinde olduklarını söyleyerek, ümmeti kandırmak derdinde. Bu amaçla, İslamî politikanın İsrail’e göre tanımlı olmaması, kendinden menkul bir değer olması yönünde telkinde bulunuluyor. Bu, “savaşmayacağım, İsrail’in varlığını tanıyorum” demektir.

İsrail’i tanıyan bir İslam için içtihat, tarih bilinci ve siyaset geliştiriliyor. Oysa Hamas, tam da FKÖ, başta belirlediği İsrail’in mevcudiyetini tanımamaya dönük ilkesel tutumunu seksenlerde terk ettiği için doğdu. Onca şüheda, bu ilkeden vazgeçmenin millî versiyonu yerine dinî versiyonu geçsin diye toprağa düşmüş değil.

Bugün İslamcılar, İsrail karşıtı sınıfî ve millî mücadeleyi İslamî tabula rasa, bir boş gösteren üzerinden eleştirmeyi maharet zannediyorlar. Düşene bir tekme de onlar vuruyorlar. Sınıfî ve millî direnişin ayrı ayrı ve bütün olarak ortaya koyduğu mirası efendilerle birlikte ters yüz ediyorlar. Bu sayede yolun kendilerine açılacağını zannediyorlar. Aslında o yol, bir din devleti olarak İsrail’i tanıyan, Dubai tarzı, kontrol edilebilir din devletçiklerine uzanan bir yol.

* * *

Hizbullah lideri Nasrallah, Gazze’ye yönelik son saldırının Suriye cephesinin düşmesi sonucu gerçekleştiğini iddia ediyor. İsrail’in Suriye’den gelen stratejik ve lojistik desteğin kesilmesiyle elinin kolunun rahatladığını söylüyor.

Bir başka iddia ise şu: Amerika, İran’a saldırma bahsinde İsrail’e kısa vadeli rüşvet olarak Gazze’yi veriyor. Yani Amerika, bu dönemde İran’a saldırmak istemiyor ama İsrail’i rahatlatmak, seçim öncesi bir koz vermek amacıyla Gazze saldırısının önünü açıyor.

Ta başından beri “Arap Baharı”na karşı çıkan ve mukavemet hattını destekleyen Pencaplı Sukant Çandan ise “madem bölgenin bağımsızlık bayrağının taşıyıcıları, o vakit Tunus, Kahire, Ankara ya da Doha, Gazze’ye neden füze göndermiyorlar?” diye soruyor. Haksız değil.

Bizdeki İslamcılar ise Gazze saldırısının Suriye’yi geri plana ittiği için hayıflanıyor ve İslamî Cihad üzerinden İran’ın yeniden popülerleşmesine kızıyorlar. Bir kısmının yanaklarından ise, Davudoğlu gibi, timsah gözyaşları süzülüyor. Avını yutarken nefesi kesildiğinden timsahın gözünden yaş geliyor, insanî bir değerlendirme ile timsahın avı için üzüldüğü zannediliyor.

* * *

Filistin’e gidişini tecimsel olana peşkeş çekmiş, yıllardır bunun rantını yiyen, daha doğrusu, bu kanaldan iktidara koopte edilmiş, uzun zaman içerideki İsrail medyasına akıl hocalığı yapan Faik Bulut ise Hamas’ın Gazze’deki rantın üzerine çöreklendiğinden ve bunu bırakmak istemeyeceğinden bahsediyor. İnsan, başkasını gene kendisinden biliyor.

Kendisi rant hesabı yaptığından, Hamas’ı da basit bir özne gibi görüp onun da rant hesabı yaptığını söylüyor. Millî olandan dinî olana geçişte boşlukta kalan solcular gibi dinî olana çamur atmayı kendince paraya tahvil ediyor. Solda da verili durum itibarıyla, az da olsa Filistin dolayımıyla mevcut olan, Hamas’a dönük saygı ve sevgiyi silmeye çalışıyor. İş tanımı bu.

İsrail medyası, soyut bir insan, hak, hukuk tanımı ile İsrail’in varlığını kabul ettirmeye çalışıyor. “Onlar da insan, onların da devlet kurma hakkı var” diyor. Mümin ve devrimci örgüt de bu formülasyon dâhilinde, bir biçimde karşı tarafla eşitlenmeye çalışılıyor. Mümin ve devrimci örgütün yaptıkları İsrail’in tanınması sonucu boşa düşüyor ve ilerlemenin önünde engel olarak kodlanıyor. İsrail, insan ve hukukla tanımlı ilerlemenin Ortadoğu’daki en son seviyesi olarak görüldüğünden, ona saldırmak ve ona karşı çıkmak, Ortadoğu’nun yeni kurgusunun dışına çıkmak anlamına geliyor.

* * *

Bugün İsrail’e göre ve ona karşı tanımlı İslamî siyaset, sınıfî ve millî geçmişini reddederek, tıpkı İsrail gibi ve İsrail’i dolaylı ya da doğrudan tanıyan bir din devletine kilitlenmiş durumda. Suriye için tayin edilen konseyi tanımayan devrimci Müslüman kesimlerin kafasında da böylesi bir din devleti var ve “Suriye’de âdil bir din devleti” kuracaklarını söylüyorlar. Ama kafadaki bu din devletinin ilk işi, Kürd’e silâh çekmek oluyor. Kürd illeri, Ortaçağ’a geri döndürülerek, bugünün modernist efendilerine kul edilmek isteniyor.

Suriyeli muhalifler de tıpkı Gazze’ye saldıran İsrail gibi, Ortaçağ karanlığına gömülmüş coğrafyanın bir tepsi içinde efendilere servis edilmesine katkı sunuyorlar. Zira kafadaki din devleti, her şeyden münezzeh biçimde İsrail ile tanımlı olduğundan, o tepsiye ne elinin tersiyle vuruyor ne de o tepsiyi efendinin kafasına geçiriyor. Bu teslimiyet içinde olan, Gazzeli fukara Müslümana oluyor. “Varolmak direnmektir” sözü, tüm gerçekliği ile onda vücut buluyor.

Eren Balkır
21 Kasım 2012

0 Yorum: