14 Temmuz 2012

,

Ekolojizm Dalaveresi

Doğaya aitiz onun sahibi değil. Zira doğa ile âdemoğlu arasındaki ilişki mülkiyete değil, aidiyete dairdir. Mülkiyet çit çeker, aidiyet, Mekke’ye giren Peygamber gibi, bahçeler arasında çekili çitleri bir bir yıkar.

Sonsuza yayılmış, mutlak bir doğa vurgusu, bireye yapılmış bir vurgudur. Bu doğaya ait olmak imkânsızdır. Zira etimolojik olarak birey (individual) bölünemez bütünlüğe tekabül eder. Bölünemez tek hakikat Allah ise eğer, bu bireyin bölünemezliğinin doğa ve doğallık üzerinden gerekçelendirilmesi her daim modernist ve aydınlanmacı bir eğilim olarak kalacaktır.

Esasta doğaya ait olmayı imkânsız kılmak içindir ki doğa sonsuza yayılır. Bu doğa algısı, esasen doğadaki disiplin, paylaşım ve ortaklaşmadan da azadedir. Temelde doğa vurgusu, doğanın önsel, belirleyici, mutlak ve yüce olmasından ötürü yapılmaktadır. 

Sonuç itibarıyla sonsuz bir hakikat olarak tasavvur edilen sınıf, toplum, dünya, doğa ya da Allah anlayışının bugüne dayatılması ister istemez teslimiyetle sonuçlanacaktır. Bölünemeze olana vurgu, birey olmaya dönük bir ısrardır.

Politika böler. Bunun için vardır. Bugünle, bugünün kısmî, parçalı ve geçici varlığı ile ilgili olan politikada yukarıda bahsi edilen sonsuz bütünlükleri merkeze koyarak eyleme geçmek mümkün değildir. Bu anlayış, eskiden TRT’de program yapan teyze gibi, “zaten bitmişi var” deyip çocuklara kartondan ev bile yaptırmaz.

Marx, anarşizmin köylü ideolojisi ile burjuva ideolojisi arasında salındığı iddiasındadır. Köylü kendi parçasını, burjuva verili bütünlüğünü mutlak addeden birer ideolojiye sahiptir. Anarşizm, burjuva nizamına karşı en fazla köylülüğün şehirdeki gerilimleri üzerinden öfkelenebilir. Gene Marx’ın tespitiyle, kapitalizme kapitalizm öncesi toplumsal formasyonlar da karşı çıkarlar. Kapitalizme ve işçi sınıfına vurgu, dönemsel açıdan politiktir. Gerisi esas olarak minderden kaçmaktır, pratikte bu tavır sürdürüldüğünde kapitalizme ve devlete karşı mücadelenin temelleri yıkılacaktır.

Marx’ta insan pratiğini bölücü bir yerden edinmekle aydınlanmacılığın alanını kısa süreliğine istismar eder ama orada kalmaz. Zira aydınlanma izole bireye inanır ve ortak insanların birleşik mücadelesine karşı çıkar. Bu açıdan Marx burjuva devrimlerinde önemli bir ivme kazanan insan pratiğini ol düşman sınıfın elinden kurtarır ve onu binlerce yılın mazlum-sömürülen kitlelerin ortak mücadelesine iade eder. Marx devrimci bir ayıraçtır.

Anarşizm de doğa, insan ve toplum algıları alabildiğine düzdür. Bireyin ya da parçanın sivriltilmesi adına hakikat belli bir seviyede hizalanır ve bu hakikat tasavvurunun hiçbir şeyle bozulmaması, bölünmemesi ve kesilmemesi istenir. Örneğin Bakunin’de aslî olan, kitlelerin, esasında tek tek bireylerin doğal olan içgüdüleri, hayvanî dürtüleri, ilkel sezgileridir. Hakikat doğada ise bu hakikatin insan müdahalesine kapalı olması gerekir. Kurtuluş da bu en ilkel ve en hayvanî düzleme tabi olmakla mümkündür. Bu anlayışa göre, kız çocuklarını diri diri toprağa gömen anlayışa itiraz etmiş olan İslam da ilerlemecidir, modernisttir ve aydınlanmacıdır.

Can Yücel, mealen, bir şiirinde: “insanî olan her şey kabulümdür sözünün altına imzamı atarım ama şu hümanistlerin asla!” der. Hümanizmde insan pratiği, ekolojizmde de doğanın pratiği ölüdür.

“Bay Bakunin için (Proudhon, St. Simon vb’den süpürüp topladığı bir çerçöp yığını olarak) teori tali bir iş, onun kendisini sadece kişisel planda ortaya koyuşunun bir aracıdır. Eğer Bakunin teorisyen olarak bir hiçse o, bir dalavereci olarak kendi öğesi içredir.” [Marx]

Bireysel, bencil bir pratiğin sergi alanı olarak teoride ekolojizm, materyalist, Ali Şeriati eleştirisi ile natüralist ve bilcümle mekanik görüşün teşkil ettiği çöp yığını ile kirlenmek demektir. Doğrudan demokrasi, burjuva demokrasisinin ilkel düzeyde edinilmesi, burjuvazinin şiddet aygıtlarına hiç dokunmamak ve emekçilerin satha yatırılıp sindirilmesini ifade eder o.

Bakunin’in insanla ilgili felsefesi aydınlanmanın ampirisist kanadına dayanır. O, aydınlanmanın ampirisist akımı tarafından tesis edilmiş doğalcı çerçeve içinde düşünür. Burası genel olarak tüm anarşistlerin ana rahmidir.

Doğayı sabit, insanı dinamik tutmak ile doğayı dinamik, insanı sabit tutmak arasında süren kavgada Marx’ın ve Marksizmin yeri yoktur. Doğanın sabit olması, kendi varlıklarının doğallığını kanıtlamak zorunda olan burjuvalara aittir. Doğayı sabit tutmak üzerine kurulu bir felsefe önermek, tüm insanlara da belli bir hareketlilik üzerinden sabitlenme telkin etmek demektir.

Anarşizm politika karşıtı bir intihar biçimidir.

Marx’a göre anarşizm:

İşçi sınıfının kendi siyasal partisini kurmaması, hiçbir durumda siyasal bir eylem yürütmemesidir. O, devletle savaşmayı onu tanımak ve kabul etmek zannetmektir.

İşçi sınıfının siyasal mücadelede şiddete başvurmaması telkinidir.

İşçilerin hak mücadelesi içinde bilinçlenmemeleridir.

Bir dönem Police grubunda müzik yapan Sting seksenlerde, Sovyetler’in çözülmeye yüz tuttuğu günlerde, “emek-sermaye çelişkisi yerini insan-doğa çelişkisine bıraktı” diyordu. “İşçi sınıfı bitti, emek anlamsızlaştı” naralarının atıldığı yıllardı ve birçok solcu gibi Sting de yeni dönemin rüzgârına saçlarını kaptırdı. (Daha geçen gün Madrid sokaklarını işgal eden İspanyol madencileri unutulanı hatırlattı.)

Unut(tur)ulan, kolektif kitlelerin devrimci yürüyüşüdür. Anarşizm bir unut(tur)ma biçimidir. Dalavere anarşizmi, örneğin Wan’da evleri yıkılan Kürdlere “ne iyi oldu, ortak ve hayvanca yaşayın işte” demekle yetinir. Tinercinin burnuna dayadığı tiner olur o. Selde boğulan Samsunlu kapıcıya “balık olsaydın” demektir.

Sovyetler sonrası ağırlıklı olarak Marksizmin eksik ve yetersiz olduğu, onun feminizm ve ekolojizm ile beslenmesi gerektiği iddia edilir. Bu iddia sahiplerinin göremedikleri şey, Marksizmin politik niteliğidir.

Feminizm ve ekolojizm, burjuva ideolojisine ait iki eğilim olarak, Marksizme belirli bir mutlak üzerinden had bildirdiğini zannetmiştir. Feminizmin mutlak’ı kadındır ve o ekolojizmle kadının doğallığın gerçek timsali olarak yüceltilmesi üzerinden ortaklaşır. İkisinde de genel eğilim, Marksizmden onun bir kopuş ya da parçalama pratiği olarak görülmesi yönündedir. İki eğilim de burjuvazi adına tetikçilik yapmak dışında bir iş yapmamaktadır. İlki kadının ikincisi doğanın mülk edinilmesi için gerekli taşları döşemektedir. Bu konudaki temel ayıraç olan Marksizm doğası gereği devre dışı bırakılmak zorundadır. Marksizm, her daim sınıfsal, devrimci ve iktidara yönelik olanı işaretler.

Bakunin, bir yerde dalga geçerek ama esasında ideolojisinin özünü ortaya koyarcasına, Marx’a şu soruyu sorar: “Almanya’da kırk milyon civarında insan yaşıyor. Bu kırk milyonun hepsi mi hükümetin üyesi olacak?” Marx’ın cevabı şöyledir: “Kesinlikle, her şey komünün öz yönetimi ile başlayacak.” Marx’ta düşmanın gücüne karşı kolektif bir güç teşkil etmek esastır.

Ama kimi anarşistler için bu komünün de sınıf gibi önemi ve anlamı yoktur. Zira “ekolojik kriz”, insanların binlerce yıl önce iki taşı birbirine vurması, ses çıkarması ve mızrak yapması ile başlamıştır. Dolayısıyla doğacılık öylesine had safhaya vardırılır ki insan denilen mahlûkat fazlalık olarak görülmeye başlar. Bugün dünya tekellerinin insanlık nüfusunun çok fazla olduğunu söylemesine eklenir bu yaklaşım.

İnsanı ve pratiğini bir fazlalık, aykırılık, sapma ve düşman olarak görmek, doğası gereği, bugünde sömürü ve zulme karşı pratiği de zararlı kabul edecektir. Bu fikrî düzlük ile Allahçılık ve sınıfçılık ve bireycilik üzerinden ilişki geliştirmek mümkündür. Birileri Ak Parti gerçeğinde Müslüman halktaki “sol”a yönelimi mas etmek, birileri devrimci imkânları ezmek, birileri kalvinist İslam için yol açmak, birileri de meseleyi soyut bir devlet eleştirisine indirgemek için anarşizmle ve ekolojizmle flört edebilir. Allah’ı doğa anlamında kullanıp Kur’an ve İslamî pratiği yorumlayabilir. Doğa insan kadar ve insan ölçüsünde var oldukça bu fikriyatın burjuva ideolojisine eklemlenmesi kaçınılmazdır. Tekrar olacak ama: mesele bölme pratiğidir ve İslam tarihine bakıldığında kavramsal olarak “Allah” bile bölünmüştür. En güzel adı “O” olmak anlamında, ancak bölünmez olana atıfla bölmek mümkündür. Tartışma, egemenlerin doğal ve/ya ilahi oldukları vehmine O’nunla itiraz edebilmekle ilgilidir. O olmakla doğal ve/ya ilahi olduğuna bireysel düzlemde kapılmak sakıncalıdır.

Pratik düzeyde Marksizm yenilmiştir ama teorik planda yenilen bir şey yoktur. Çünkü o yenme-yenilme meselesinin dışındadır. Bugünde sömürüye ve zulme karşı kolektif mücadele verenlerin ona değmesi kaçınılmazdır. Zira Engels’in ifadesiyle, Marx, “sömürülenin ve mazlumun öncelikle kendisini kurtarmak için toplumu kendisini sömürenden ve kendisine zulmedenden kurtarması gerektiği fikrini geliştiren ilk isimdir.”

İlk darbede Çar’ın eteklerini öpmek için Rusya’ya kaçmış bir kişinin teorik-ideolojik yönelimi, ya etek öpenlerin ya da öpecek olanların koruması altındadır. Her daim o etekleri yırtıp atmış bir pratiğin “burjuvazi” ile anılması, hakikatin örtbas edilmesi anlamında, küfürden başka bir şey değildir. Genel uygulamaya göre, beyaz bir ipliğin görünmez olduğu ândan başlayıp görünür olduğu âna kadar süren oruç, birileri için hakikat ve politika körlüğü bakımından, hiç bitmeyecek gibidir. Arınılan, sömürü ve zulme dair olan her şeydir. Sömürülenlere ve mazlumlara arınma telkin edenlerin “arın” dedikleri, ister komünist ister İslam ister devrimci, bir biçimde kavgamızdır. Anarşistin düz çorak bozkırında emek gibi adalet de hiçleşmektedir.

“Burjuvazinin ‘insan’ına, ‘dünya’sına, ‘devrim’ine, ‘doğa’sına ve ‘tarih’ine ve ‘toplum’una ihtiyacımız yok. Bunları ancak biz dövüşerek yıkar ve kurarız” demektir Marksizm.

Eren Balkır
14 Temmuz 2012

0 Yorum: