Mısır’ın doğusundaki üç Arap ülkesinde, Suriye,
Bahreyn ve Yemen’de protestocular geçen yıl süresince hükümetlerine karşı
meydan okudular ama onları devirmeyi başaramadılar. Ortak noktalara sahip
olunmasına karşın yaşanan bu başarısızlıkların nedenleri çok farklı. Bu
devletlerin her birinde protestocular yönetici elitin reforme edilmesi ya da
devrilmesi durumunda halkın önemli bir bölümünün de çok şey kaybedecekleri
gerçeğine bağlı olarak, hüsrana uğradılar.
Suriye’de ve Bahreyn’de dinî kimlik mevcut iktidarlara
dönük sadakati izah etmeye katkı sunuyor. Bahreyn’deki protestocular,
programlarının seküler ve demokratik olduğu konusunda ısrar ediyor olabilirler
ama herkes biliyor ki halkın nabzı âdil bir biçimde yoklandığı vakit Sünni
azınlık yerine iktidara çoğunluk olan Şia’nın geçmesi ile sonuçlanacak devrimci
bir değişim de tetiklenmiş olacak. Aynı şekilde Suriye’de de demokrasi sonucu
halkın dörtte üçünü teşkil eden Sünniler, devleti yöneten ve Şiiliğin heterodoks
bir kolu olan Alevîlerin yerini alacak.
Bu, her iki ülkedeki göstericilerin gizli bir mezhepçi
ajandası olduğu anlamına gelmiyor. Basit anlamda politik ayrışmalar hâlihazırda
mezhepçi çizgiler boyunca gerçekleşiyor. Bahreyn’deki güvenlik güçleri
neredeyse tümüyle Sünni. Geçen yılın ardından mezhebî nefret de tüm çıplaklığı
ile ortaya çıkıyor.
Baskıların tavan yaptığı Bahreyn’de hükümet Şii
camilerinin planlarının izinsiz olduğunu birden fark edip bu camileri yıktı.
Tunus ve Mısır’ın aksine, Suriye ve Bahreyn’deki yönetici elitin mezhebî
tekbiçimliliğine bağlı olarak, üst devlet görevlilerinin kendi iktidarları ve
imtiyazlarını muhafaza etmek amacıyla halk desteği bulunmayan bir rejimi terk
etmeleri imkânsız. Suriye’de Alevîler, başkan Esad kaybettiği takdirde
kendilerinin de kaybedeceklerine inanıyorlar.
Şii ve Sünni ayrışmasının başka ciddi görünümleri de
var. Bu iki İslamî geleneğin arasındaki mücadele, 16. ve 17. Yüzyılda
Avrupa’daki Romalı Katoliklerle Protestanlar arasındaki mücadeleye benziyor.
Söz konusu mücadelenin 1979 İran Devrimi ile ciddi anlamda yoğunlaştığı
görülüyor. 1980-88 İran-Irak Savaşı ve Irak’taki 2006-7’de gerçekleşen
Şii-Sünni iç savaşı iki mezhep arasındaki nefreti derinleştirdi. Elbette mesele
daha çok Irak’ta Saddam Hüseyin’in, Suriye’de Esad kabilesinin ve Bahreyn’de
Halife hanedanlığının mezhep kartını oynaması ve kendi dindar destekçilerinden
dayanışma talep etmesi. Hatırladığım kadarıyla ta 1991’de Saddam Hüseyin Şii
asiler tarafından linç edildikleri Necef’ten Baasçı memurların sakatlanmış
bedenlerini getirmiş, önceden rejime karşı çıkan Bağdat’taki Sünni dostları ile
bu olayı “terör” olarak nitelemiş, onlara Saddam devrildiği takdirde
kendilerinin de aynı kaderle baş başa kalacakları hatırlatılmıştı.
Sünni-Şii husumeti, Arap Baharı’nın Kuzey Afrika’da
başarılı olurken neden Mısır’ın doğusunda başarı elde edemediğini de izah
ediyor. Her iki taraf da dinden ilham alan Suudi Arabistan ve İran gibi
devletlerin liderliği altında. Her iki devlet de bölgede son otuz yıldır
üstünlük sağlamak için ciddi bir mücadele içinde. Savaşla burun buruna gelmiş
bu rejimler ve onların isyankâr düşmanları otomatik olarak kimi müttefikler
ediniyor. Esad hükümeti tecrit edilmeli ama bu tecrit devrilmeden önce
Kaddafi’ye tatbik edilen tecrit derecesinde olmamalı. İran da Arap dünyasındaki
iktidarda olan tüm hayati öneme sahip müttefiklerini muhafaza etmek için
elinden gelen her şeyi yapacak. Aynı sebeple İran’ın birçok düşmanı da Şam’daki
rejimi değiştirerek onu zayıflatma konusunda kararlı.
Sünni-Şii ayrışmasını derinleştiren bölgesel
husumetler, ortak kabul gören ifade ile, Arap Baharı denilen demokratik
protesto hareketinin bileşenlerini uzun soluklu bir krize sürüklüyor. Körfez
ülkelerinden birinin bir bakanının kehanetine göre, “2012 Ortadoğu’nun en
istikrarsız yılı olacak” gibi görünüyor. Bakanın öngörüsüne göre, neredeyse tüm
Arap devletlerinde, kazananın olmayacağı bir şiddet ortamı oluşmakta. Suriye ve
Yemen iç savaşın eşiğinde, Bahreyn bölgedeki diğer devletleri etkileyen bir
hengâmenin içinde bölünmüş durumda. Örneğin Irak’ın İslamcı Şii hükümetinin son
birkaç haftadır Bağdat’ta Iraklı Sünni liderlere vurmasının nedeni, Şam’da
iktidara kendisine düşman bir Sünni rejimin gelme ihtimali. Politik Şii eliti,
iktidar üzerindeki kontrollerini daha da güçlendirmek istiyor.
Aradan geçen on ayın ardından Yemen’e bakalım.
Protestocular başkent Sana’da hâlâ kamp kuruyorlar ve birçoğu hükümet
güçlerince katlediliyor ya da yaralanıyor. Başkan Salih, Haziran’da kendisini
neredeyse öldürecek olan o bombalı saldırı yüzünden aldığı yaraları
iyileştirmek için ABD’ye gitme ihtimali varken, şaşırtıcı biçimde Suudi
Arabistan’daki bir hastaneye gidiyor. Bu gelişme, ayaklanmanın zafer hanesine
yazılamıyor, zira onun yerine iktidara oğlu Cumhuriyet Muhafızları komutanı
Ahmed Salih geçiyor. Sokaklardaki göstericiler, Birinci Zırhlı Tümen’in
komutanı General Ali Muhsin Ahmar ile kabile lideri ve milyoner bir müteşebbis
olan Hamid Ahmar (aralarında akrabalık ilişkisi yok) gibi Yemen’deki müesses
nizamın şüpheli kimi üyeleri eliyle bir o yana bir bu yana çekiştirilip
duruyor. Her iki isme sadık olan birlikler ve savaşçılar protestocuları
muhafaza ediyorlar. Tepedeki bu türden ayrışmalar yeni değil. Wikileaks’in
sızdırdığı ABD büyükelçiliği kayıtlarına göre, General Ahmar 2009’da Yemen’in
kuzeyindeki Şii Hutilerle savaşırken, kendi hükümeti general için karargâha
dönüştürülmüş binanın asilerle mücadele eden Suudi uçakları tarafından
vurulmasını emrediyor.
Suriye’de ve daha az ölçüde Bahreyn’de hüsrana uğramış
muhalefetin zaman içinde şiddete yönelme tehlikesi mevcut. Bahreyn’de Şiiler,
sadece haklarından mahrum bırakılmadıklarını ayrıca kendilerinin sosyal ve
ekonomik bir ayrımcılığın kurbanları olduklarını söylüyorlar. Muhalefet
liderleri, bazı militanların monarşiye karşı şiddete başvurmalarının şaşırtıcı
olmayacağını ifade ediyorlar.
Suriye’de muhalefet, Beşar Esad ve Baasçı hükümetten
kurtulmak için etkin bir stratejiye sahip değil. Gösterilere ve propagandaya
devam edebilirler ama Şam’daki rejimin çekirdek unsurlarını tanıyanlara göre,
bu kesim, iktidarı elde tutma konusunda gayet açık bir güven içinde. Ülke
içindeki ve dışındaki tüm muhalefet parçalı ve bölünmüş bir durumda. Libya’daki
gibi, kendisini geçici hükümet olarak takdim eden bir yapı da yok ortada.
Suriye güvenlik güçlerinin merkezî unsurları birliklerini muhafaza ediyorlar.
Tedbirler hükümeti sıkıştırıyor ama 1990’larda Irak’ta görüldüğü üzere, bu
sadece halkı incitiyor ve onun hükümete zarar vermesinden önce, içinde derin
bir öfkenin kabarmasına neden oluyor. Komşu hükümetler, kırk kere söylersek
olur batıl inancına sarılıp sürekli “Esad’ın devrilmeye mahkûm olduğu”nu
söylüyorlar ama bunun nasıl ve ne zaman olacağından da emin değiller.
Ortadoğulu bir liderin dediği gibi, “kimse Suriye ile
ilgili olarak ne yapacağını bilmiyor.” Muhalefet Libya’ya öykünerek, açıktan
yabancı askerî müdahale için çağrıda bulunuyor ama bu da gerçekleşecekmiş gibi
görünmüyor. Önceden Irak’ta aktif olan aşırı Sünni militanların bu sefer
şanslarını bu ülkede aramak istemeleri muhtemel. Şaşırtıcı bir biçimde bu ay
içinde Şam’da ilk intihar bombaları da patladı.
Arap Baharı’nın o ışıltılı umutları sönümleniyor ve
ülke içindeki çatışmaların iç savaşa dönüşme tehlikesi ile birlikte barışçıl
gösterilerin günü tüm bölge genelinde doluyor.
Patrick Cockburn
30 Aralık 2011
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder