19 Kasım 2011

, ,

NATO ve AFRICOM

NATO’nun “insanî müdahale” bahanesi ile Libya’ya saldırmasını hayretle izlerken, Batı Avrupalıların geçmişte Afrika’ya yönelik yaptıkları “medenî” hamleleri hatırlıyoruz. 1884-85 tarihlerinde düzenlenen Berlin Batı Afrika Konferansı’ndan kısa bir süre sonra kutsal kitaplar ve mermilerle silâhlanmış Britanya, Fransa, Almanya, Belçika ve Portekiz Afrika’yı kendisinden kurtarmak için bir arayışa girdiler.

Rudyard Kipling’in pek bilinmeyen emperyalist şiirinde yankılanan entelektüel ve ahlâkî üstünlükleri ile bu Avrupalı güçler yeni Afrikalı tebaasının topraklarını ve hayatlarını tam anlamıyla kontrol altına aldılar. Atlantik ötesi ve Sahra ötesi köle ticaretlerinin hasarından tam olarak kurtulamamış olan Afrika ise, takip eden sürece yönelik iyi bir hazırlık yapamadan yakalandı.

Liberya ve Etiyopya hariç, Afrika’nın her karış toprağı Avrupalı emperyalist güçlerin kontrolü altına girdi. Sonuç: yüz yıl süren bir işgal. İnsansızlaştırma. Afrikalıların köleliğe tabi kılınması ve doğal kaynakların talan edilmesi. Can kayıpları o denli büyüktü ki bugüne dek hesaplanamadı bile. Ama eğer kıtanın yüzde yedisini kontrol eden Belçika bu dönem boyunca on-on beş milyon Kongoluyu katletti ise bu miktara bağlı kalarak, Britanya, Fransa, Almanya, Portekiz ve sonrasında İtalya’nın kaç kişiyi katlettiği tahmin edilebilir. NATO’nun Libya’ya yönelik saldırısının korkunç sonuçları ile derinleşen bu tarih üzerinden NATO’nun “insan hakları müdahalecisi” olarak tanımlanmasının nasıl mümkün olabileceğini sorgulamak gerekiyor.

19. yüzyılın sonunda Batı Avrupa, kendi sınırları dâhilindeki kısıtlı kaynaklar ve piyasalarla sürdürülebilmesi mümkün olmayan bir sanayi devriminin içinden geçiyordu. Bu Avrupalı güçler arasındaki yeni kaynaklar ve piyasalarla ilgili rekabet giderek yoğunlaştı. 1873-1896'daki uzun süreli ekonomik depresyon, aşırı nüfus, yüksek sefalet ve işsizlik oranından kaynaklanan ekonomik güçlükler karşısında Avrupa kendisini bu sıkıntıdan kurtarmak için ciddi bir cevaba ihtiyaç duyuyordu. Afrika, binlerce kez bu cevabı sunduğunu bir biçimde ispatladı.

Bugün yanına ABD’yi alan Avrupa’nın, 1800’lerde yüzleştiği türden, ciddi ekonomik güçlüklerle karşı karşıya olduğunu görüyoruz. O gün gibi bugün de Avrupa ve ABD, kendi ulusal sınırları dâhilinde bulamayacağı ekonomik çözümlerin arayışı içinde. Dünyanın diğer kısımlarında ama özellikle Afrika’da mevcut ekonomilerin sürdürülmesi için gerekli olan tüm kaynaklar için, bu Batılı ülkeler bir kez daha işgal ve kaynak talanına başvuruyorlar. Rusya, Hindistan ve Çin’le aynı kaynaklar için rekabet eden bu güçler, ilgili işgalleri meşrulaştırma gayreti içinde yeni stratejiler geliştiriyorlar. Peki ama bugünküler ne kadar yeni?

Batı Avrupalı güçlerle ABD’nin meydana getirdiği bir askerî-güvenlik ittifakı olan NATO 1949’da, II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından kuruldu. O da Birleşmiş Milletler’i doğuran Atlantik Sözleşmesi’nin bir ürünüydü. NATO’nun belirlenen amacı, Sovyetler’den gelebilecek yayılma tehdidi karşısında üye ülkeleri korumaktı. Var olduğu süre boyunca Sovyetler’le hiçbir zaman doğrudan bir askerî çatışma içine girmedi. Daha çok, önemli bir bölümü Afrika ve Latin Amerika’da cereyan eden temsili savaşlar dönemin genel düzenini temsil etti. Sovyetler Birliği, Afrika ve Amerika’daki bir dizi kurtuluş hareketine (kimi zaman mütevazı bir biçimde) yardım ederken, NATO mensubu ülkeler bu bölgelerdeki ekonomik etkilerini sürdürme yollarını aradılar.

1991’de Sovyetler’in dağılması ile NATO bir gecede konu dışına çıkmış basit bir askerî bürokrasiye dönüştü. Birçok askeriye ve dış siyaset uzmanı NATO’nun tarihin çöplüğüne atılacağını öngörmeye başladı. Yaklaşmakta olan kaçınılmaz ölümü savuşturmak için NATO dünya meselelerinde oynayacağı yeni roller aramaya başladı. Sonuçta bir dış siyaset gözlemcisinin ifadesiyle, “görev tanımında büyük ölçekte ciddi bir kayma” yaşandı.

Batı’nın sınırlarını zorlayan Kızıl Ordu’ya karşı muhafızlık etmekle artık meşgul olmayan NATO ülkeleri, terörizmle savaş, çevreyi koruma, kriz yönetimi, insanî müdahale gibi yeni görevler (bahaneler) edindi. 1.38 milyar dolara Brüksel’de yaklaşık 40 hektarlık bir alana yeni bir fütüristik bina diken, ilk üye sayısını 16’dan (çoğu eski Sovyetler’den gelen yeni üye devletlerin katılımı ile) 28’e çıkartan ve üye devletlerin askerî bütçeleri ile birlikte dünya savunma giderlerinin yüzde yetmişini teşkil eden bu “yeni” NATO, amacına ilişkin tazelenmiş bir anlayış üzerinden, dünyaya hâlâ geçerli olduğunu büyük bir endişe ile ispatlamaya çalışıyor. Tam da bu noktada esas olarak Afrika ve dünyanın endişelenmesi gerekiyor.

Esas olarak bütçenin %75’ini karşılayan ABD tarafından kontrol edilen NATO’nun başında eski Danimarka başbakanı, küstah ve fırsatçı, Anders Fogh Rasmussen bulunuyor. İçinde NATO’nun Birleşmiş Milletler’e “küresel bir barış koruyucu güç” olarak hizmet etmesi gibi önerileri içeren, saldırgan bir ajandaya sahip Rasmussen, NATO’nun Avrupa dışındaki bir dizi çatışma sürecini sadece seyretmekle yetindi. En dikkat çeken husus ise NATO’nun ABD ile birlikte Afganistan’a müdahale etmesiydi. Perişan ve öfkeli olan Afganlar, bugün masum insanları öldüren bu güçlerin ülkelerini terk etmelerini istiyorlar.

NATO ayrıca Somali sahillerini temizlemek ve korsan oldukları iddia edilen kişiler tarafından yabancı gemilere el konulmasına mani olmak için de çalışıyor. Bu harekât, aralarında Somalililerin, yolcuların ve mürettebatın olduğu çok sayıda insanın öldürülmesi ile sonuçlandı. Şunu akıldan çıkarmamak gerekiyor: Somalililer, illegal olarak balıkçılık yapan bu gemilere on yedi yıl önce çıkmaya başlamıştı. Ama tek bir kişinin bile burnu kanamamıştı. 2009’da başlayan Obama yönetimi ile birlikte her şey değişti. Aynı yıl NATO da ABD savaş gemileri ile birlikte Somali sahillerinde devriyeye çıkmaya başladı.

2009’un Nisan’ında Başkan Obama, keskin nişancılara Amerikan bayraklı Maersk Alabama isimli gemiye çıkan ve fidye isteyen Somalilileri öldürmeleri emrini verdi. Fransa, başka bir gemi kaçırma hadisesinde sekiz Somaliliyi öldürdü. ABD ve Fransa, NATO desteği ile Somali’deki Şabat isimli milliyetçi gruba karşı çok yönlü bir savaş içine girdi. Süreç içinde ölü sayısının artması kaçınılmaz. Ayrıca ABD’nin Somali’deki bu savaşına Kenya, Uganda ve Burundi’den gelen birlikler de dâhil oldu. Üstelik Uganda ve Burundi Afrika Birliği barışı koruma görevinin himayesinde sürece müdahale etti. ABD’nin insansız uçak üsleri Etiyopya’da kuruldu. Özetle emperyalist güçler kendi “kirli işler”ini yaptırtmak için kalleş Afrikalıları kullanma hilesine bir kez daha başvuruyorlar.

Muammer Kaddafi’nin öldürülmesinden kısa bir süre sonra, Senato Dış İlişkiler Komitesi Afrika İşleri Alt Komitesi başkanı Chris Coons şu tespiti yaptı: “Kaddafi’nin ölümü ve yeni bir Libya rejiminin tesis edilmesine dönük vaat, ABD’nin Orta Afrika’ya dönük hesap kitap edilmiş tepkisi için gerekli birer argümandır.” Libya’da elde edilen sonuçların verdiği cesaretle ABD Uganda’ya buradaki Rab’bin Direniş Ordusu üyelerini takip edip yakalamaları için 100 birlik gönderdi. Kongo, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Güney Sudan da bu askerî müdahalelerden nasibini aldı.

Şurası açık ki Senatör Coons bu cümleyi sarfederken aklında AFRICOM vardı. Bush yönetimi süresince Miras Vakfı tarafından tasarlanmış olan ABD’nin Afrika için oluşturduğu bu yeni askerî komutanlık, emperyalist NATO ülkeleri için fırsatlarla dolu bir zamanda gündeme geldi. Libya harekâtı boyunca AFRICOM ile birlikte çalışan ve elde ettiği sözde başarılar karşısında böbürlenen NATO, bugünlerde “insanlığı kurtarmak” için yapılan bu savaşta kendisini vazgeçilmez görüyor. Bu iki asker çantasının biraraya gelişi Afrika için oldukça tehlikeli bir gelişmeyi temsil ediyor. Obama yönetiminin Libya harekâtını AFRICOM’un “ilk” teşebbüsü olarak kabul etmesi üzerinden, Afrikalıların AFRICOM’un bundan sonraki çabalarının Kıta’yı neye benzeteceğini tahmin etmelerine de gerek kalmıyor.

Avrupa “aydınlanma”sının kazançlarını her yere yayma “yük”ünü sırtlarına almış 19. yüzyıldaki ataları gibi, “Kuzey”den gelen bu yeni nesil çapulcular Afrika’ya ölümün soğukluğunu, yıkımı ve yersiz yurtsuzluğu bir kez daha dayatacaklar. Bu gayret eskiden ifa edilmiş, Kıta’nın insanî manada canlandırılması kampanyalarına ne de çok benziyor.

NATO ve AFRICOM’un Libya saldırısına etkin bir biçimde karşı koyamayan Afrika, geçmişin derslerini lâyıkıyla öğrendiğini artık göstermek ve kendisini “beyaz adamın yükü”nü taşımaktan kurtarmak zorunda.

Harold Green
11 Kasım 2011

Kaynak

0 Yorum: