22 Kasım 2011

, ,

Mısır Halkının Devrimci Kalkışması


Mısır devriminde protestoların kış boyu devam edebilmesi mümkün mü?

“Mısırlılar yeniden iş başında!” diye bağırıyor Tahrir Meydanı’na yürüyen protestocular.

Yazıyı yazdığım şu âna kadar 36 saat aralıksız çatışmalarla geçmiş. Tahrir, zaferimizin yadigârı. Son on aydır mücadele sürüyor. Taşlar atılıyor, sopalar sallanıyor, gazlara maruz kalınıyor, plastik mermiler yaralıyor vücudumuzu, ara sıra gerçek silâhlar ateşleniyor kafamıza, boynumuza. On aydır keder, korku, şiddet, kafa karışıklığı ve binlerin içeri tıkılması ile sonuçlanan kovuşturmalara tanık oluyoruz.

Bugün 19 Kasım ama 25 Ocak’tan farksız.

Dün tüm politik güçlerin çağrısı ile büyük bir protesto eylemi gerçekleştirildi. Muazzam bir kalabalık toplandı. On aydır her eylemcinin rüyalarını süsleyecek bir kitleydi bu. Kitle, politik güçlerin isteklerine karşı çıkarak, Cuma günkü gösterileri Tahrir’de oturma eylemine dönüştürdü. Tahrir’in birkaç adım ötesinde oluşturulmuş küçük tartışma gruplarında "Ordunun Mısır’ı değil, Mısır’ın ordusu” diye bağıran göstericilerle karşılaşılıyordu. “Kahrolsun askerî devlet!” şiarı tüm meydanda dalga dalga yayılıyordu.

Ertesi gün 19 Kasım’da, öğleden sonra, polis gaz kullanarak, büyük bir kuvvetle saldırıyor kitleye. Saatlerce sürüyor çatışmalar. Sonra polis meydanın kontrolünü tümüyle ele geçiriyor.

Son on ayın hikâyesi bu şekil. Tahrir halktan alınıyor ve halk meydandan uzak tutuluyordu. Ramazan’ın ilk Cuma’sı iftarını meydanda açmak isteyen iki yüz kişi askerlerin saldırısına uğramıştı meselâ.

Meydan Geri İsteniyor

Ama bu sefer hikâye farklı seyrediyor. Göstericiler Tahrir’i geri almakta kararlılar. Bu hususta gayet istekliler. Dört saat içinde polis halkı meydandan atıyor. Sonraki dört saat ise meydanın tüm çıkışlarına dönük hücumlarla geçiyor.

Tuhaf ama gerçek, “Valla kardeş özlemişim bu gazın berbat kokusunu” diyorum bir dosta. Mermi vızıltılarını duyuyoruz. Gaz bombaları sekiyor yanı başımızda. Bu gürültü içinde Tahrir’in batısındaki Nil Kasrı Köprüsü’ne gidiyoruz. İki yüz kadar eylemci yaralı ama savaş alanına geri dönüyor ve polisle boğuşuyor. Çatışma sürüyor.

Dört saatimizi gaz bombalarından kaçmakla geçiriyoruz. Nil’in tüm sahil şeridi savaş meydanına dönüyor. Bir ara bir kız, gaz bulutunun içinden çıkıp yanıma yanaşıyor ve “Bırakıp eve gitsek artık, yoruldum” diyor.

Serseme dönmüş, bulanık, gaz dolu gözlerle etrafa bakıyorum. Saatler geçmiş, herkes yorulmuş, yaralı sayısı artmış. Sonra dönüp kıza “ben burada kalacağım” diyorum.

İçinde asker dolu dört polis aracına el koyuyoruz. Niyetleri, önden gelen diğer kuvvetlerle bizi kıskaca almak. Tekerleklerini patlatıp etraflarını kuşatıyoruz. Bir teğmen kafasını çıkartıp yalvarıyor bize, gideceklerine söz verip duruyor. Gitmelerine izin veriyoruz. “Akıllı olun!” diye bağırıyoruz arkalarından.

Biri çıkıp “insanlar Talat Harb Caddesinden meydana girmişler” diye bağırıyor sonra. İşe yaradı” diye devam ediyor, “salaklar meydandan çıkıp bizi takip ettiler, meydan boş!”.

Hâlihazırda Tahrir’in etrafında, bir yarım daire içinde çatışmaya devam ediyoruz. Meydanın Abdülmuneyim Riad tarafındayız. Büyük bir kütleyle meydana hücum ediyoruz. Bağırıyoruz, etrafımızdaki insanları kucaklıyoruz, dört bir yandan yumruklarımız havada, meydana giriyoruz. Hava gazdan çok zafer kokuyor. Ve yeniden 25 Ocak yazıyor takvim yapraklarında.

Kuzeyden Güneye, Doğudan Batıya

Şubat’tan beri hiç bu kadar yüksek sesle söylememiştik şarkılarımızı. “Ordu tarafından yönetilmeyeceğiz!” Fikriyatın özü bu. Tahrir’in tozlu zeminine göz yaşartıcı gaz sinmiş. Her yandan insanlar doluşmuş meydana, orta yaştan, sakallı, tıraşlı erkekler, örtülü örtüsüz genç kızlar ve yaşlı kadınlar. Nikab giymiş bir kadın benimle birlikte polise atmak için taş kırıyor.

Aynı gün Tahrir’in bilinci yeniden zuhur ediyor. Tüm farklarımızı bir yana bırakıp birleşiyoruz. Sakallı bir adamın elindeki dövizde “ben selefiyim ve korkak selefi şeyhleri kınıyorum” yazıyor. Bir kez daha entelektüel seçkinler yanıltıyorlar bizi, biz de her daim işe yarayan şeyi yapıyoruz: sokakları geri alıyoruz.

Eylemcilerden biri, "cuntanın başı Tantavi, Mübarek’in otuz yılda yapamadığını on ayda yaptı. Tüm Mısırlıları hep birlikte isyan ettirdi” diyor. Her noktada ve her fırsatta karşınıza tek başına hakikati bağıran, ikaz mesajı veren, ihtarda bulunan, şiir okuyan ve hareketi mahmuzlayıcı sözler sarf eden birileri ile karşılaşıyorsunuz.

Sanki hepimizden on aydır söyleyemeyip de içimizde tuttuğumuz sözler fışkırıyor Tahrir’de.

“Konuş! Korkma! Söyle, kahrolsun askerî rejim!”

“Tahrir’dekiler bizden daha insan değiller”… İskenderiye şehrinde Facebook üzerinden örgütlenen bir eylemci grubun adı bu. Birkaç gün önce oluşturulan grup, İskenderiyelilere Kahire’ye gidip meydanı geri alma çağrısında bulundu. Tüm Kahire halkının yaptığı gibi.

Tahrir’de, tüm Mısır şehirlerinde yaşananlarla ilgili haberlere ulaşmaya devam ettik.

Baştan ayağa tüm Mısır eşzamanlı olarak isyan ediyor. On bir şehirde göstericiler sokakları ele geçirdi ve polisle şiddetli çatışmalar içine giriyor. Her zaman en kararlı şehir olagelmiş Süveyş’te öfkeli eylemcilerin gösterisine asker müdahale etmiş. İskenderiye’de ve diğer şehirlerde eylemciler emniyet binalarını ve karakolları kuşatmış.

Sürü Gördükleri Kitleyi Gütmek İsteyenler

25 Ocak’taki gibi devlet televizyonu aynı yalan haberleri kusmaya devam ediyor. “Tahrir’deki insanlar birer eşkıya ve cani. Polis bir tane bile gaz bombası ya da mermi atmış değil. Ama onlar polise saldırmayı sürdürüyorlar.” Bunlar en sık yinelenen yalanlar.

Gece Facebook sayfalarında askerî yüksek konseyin başı olan Tantavi’nin konuşma yapacağına ilişkin söylentiler dolaşmaya başlıyor. Bir eylemci, sayfasında “bu Tantavi’nin yapacağı üç konuşmanın ilki mi?” diye soruyor. Zira Mübarek de geri adım atmazdan önce, devrim süresince üç konuşma yapmıştı.

Tantavi yerine ekranlara bir general çıktı ve üç ayrı kanalda üç ayrı talk-show’a konuk oldu. Mübarek gibi o da bir milyon kişinin 85 milyon Mısırlıyı temsil edemeyeceğini, bu azınlığın ülkenin istikrarını bozmaya çalıştığını söyleyip durdu. Bu sözler Tahrir’deki halkın umurunda bile değil oysa.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmuş Selefi lider, Hazim Ebu İsmail de Tahrir’e geldi. Bir gece önce eylemcilere “kamp kurmayın” diyen Hazim, bu gece gelip büyük bir küstahlıkla halka dayanışma içinde olduğunu söyledi. Eylemciler hakikatin kendi yanlarında olduğunu biliyorlar, bu nedenle kimin gelip kimin gittiği ile hiç mi hiç ilgilenmiyorlar. Polis de Tahrir’deki bilince teslim oldu. Tek tek katılımlar yaşandı. Bir dizi milletvekili adayı, seçimlere dönük kampanyalarını askıya aldıklarını bildirdiler sonra.

Polisin onlarca kişiyi öldürdüğü ve binlercesini yaraladığına ilişkin haberler ulaştı. Ordunun saldırısı sonrası bir yığın cesedin çöp konteynerlerine atıldığını gösteren fotoğraflar çıktı ortaya. Kültür bakanı, polisin barışçıl gösteri yapanlara karşı şiddet uygulamasını protesto ederek istifa etti.

Alınan Dersler

Son birkaç ayda zor da olsa bir ders aldık. Devrim henüz bitmemiş bir iştir.

19 Kasım, Tahrir’in bir kez daha haleti ruhiyemiz olduğu bir gün. Tahrir, bizim için şimdi bir sonraki düzeye sıçramakta kullanmamız gereken bir çıkış noktası. Polis de bu gerçeği görüyor ve aralıksız olarak meydana saldırıyor.

Görünüşe göre polisin amacı bizi yıldırmak, ileri doğru adım atmamıza mani olmak ve bizi teslim alıp meydanı korumak. Birçok durumda ordu, polisin kendi kirli işlerini yapmasını tercih ediyormuş gibi görünüyor. Böylelikle kendi elleri kirlenmiyor. Ancak her birimizin içinde yeterince Tahrir mevcut ve bu, bizim yılıp teslim olmamıza asla izin vermiyor.

Cuntanın başbakanın istifasını kabul ya da red ettiğine ilişkin kafa karıştırıcı söylentiler dolaşıyor ortalıkta.

Kitle, Nisan 2012’de cuntanın iktidarı seçilmiş bir cumhurbaşkanına teslim etmesi ile Tunus modelinde olduğu gibi, bir geçici konsey lehine, cuntanın geri adım atması yönünde talepte bulunma arasında salınıp duruyor. Her iki talep konusunda da kitle oldukça inatçı; artık gayet tecrübeli devrimcilerden oluşan kitle, taviz vermeden ve cuntanın konuşmaları ile oyunlarına hoşgörü göstermeden ilerliyor.

Bu ayın sonunda yapılması vaat edilen meclis seçimlerinin bizler için koca bir hiç olduğunu biliyoruz. Zor da olsa şu konuda dersimizi aldık: devrimin hiçbir yasası askerî idare altında yürürlüğe giremez, dolayısıyla iktidardaki askeriye ile birlikte daha fazla adım atılamaz.

Cunta nihayetinde dönüp dolaşıp aynı noktaya geldi. “Bilin bakalım ne oldu, halk rejimin yıkılmasını talep ediyor hâlâ!” yazıyordu Tahrir’deki bir pankartta. Ama daha da önemlisi şu: “Mısırlılar işlerinin başına geri döndüler.”

Devriminiz kutlu olsun ey Mısır halkı!

Amor Eletrabi

0 Yorum: