10 Ekim 2011

, ,

Siyah Kilisesi ve Marksizm

Siyah Kilisesi ve Marksizm: Birbirlerine Ne Söylemeliler?

Siyah kilisesi ve marksizm, Kuzey Amerika’da farklı güzergâhları takip ederek ortaya çıktı, dolayısıyla nadiren yüz yüze gelme fırsatı buldu. Marksizm, köken olarak Avrupalıydı ve Karl Marx’ın dostu Joseph Weydemeyer tarafından 1851’de ABD’ye taşınmıştı. Siyah kilisesi ise köken olarak hem Afrikalı hem de Avrupalıydı. 
Kilise, İsa’nın öğretilerine bağlı kalarak köleliğe ve ırkçı zulme itiraz eden siyah halk tarafından kuruldu. Birlikte var olma imkânı buldukları Kuzey Amerika’da siyah kilisesi ve marksizm arasında herhangi bir temas kurulamadı. Her ikisi de Amerikan kapitalizminin verili yapılarına muhalif kendi gündemleriyle meşgul oldu.
Marksistlerin temel tarihsel projesi, kapitalizmi yıkma ve üretim araçlarını seçkin bir yönetici sınıfı yerine halkın eline teslim eden bir sosyalist toplum inşa etme amacını güder. 
Siyah kilisesinin temel tarihsel projesi, ötedünyayı bir hediye olarak bahşedecek ve kölelikle ırkçılıkta temsil olunan budünyadaki adaletsizliğe karşı mücadele için cesaret verecek İsa öğretisini vazedip hayata geçirmektir.
Siyah kilisesi ile marksizmin sahip oldukları farklı tarihsel süreçler ve insanî koşullara dair farklı perspektifler, toplumdaki ayrı duruşlarını da bir biçimde tasdiklemiş, böylelikle her iki tarafın birbirlerini yanlış anlamalarının yolunu açmıştır. Hem siyah kilisesinin hem de marksizmin Amerikan toplumunda marjinal oluşu sebebiyle taraflar, salt kendi bekalarına odaklanmışlar ve diğer tarafla pek ilgilenmemişlerdir. Ancak siyah toplumu ile ilgilenmeye başlamaları ile birlikte marksistler ve diğer sosyalistler, karşılarında siyah kilisesini bulmuşlardır, zira kilise, geçmişte olduğu gibi bugün de, toplumumuzdaki en önemli kurumdur. Aynı şekilde siyahlar da yeni bir toplum inşa etme zarureti ile yüzleştiklerinde marksizmle karşılaşmışlardır. Siyahlar arasında sosyalist gelenek cılız olsa da varlığını muhafaza etmektedir. Tüm bu verili koşullara karşın, siyahi teologlar ve tarihçiler olarak biz, kurtuluşa dair ufkumuzu genişletmek istiyorsak, marksizmi yeniden keşfetmek durumundayız.
Siyah kilisesi ile marksistler arasında temas yokluğu, her iki tarafın bozuk kimi kanaatlere mahkûm olması ile sonuçlanmıştır. Taraflar birbirlerini belli bir mesafede durarak tanımakta, genellikle bu tanıma işlemi de beyaz kapitalistlerin medyası aracılığıyla gerçekleşmektedir. Her iki taraf da kendisi hakkında söylenen yalanlara inanmasa da diğer taraf ile ilgili haberlere kolayca kanmaktadır.
Bilebildiğim kadarıyla, marksistler/sosyalistler ve siyahi Hıristiyanlar, toplumu daha insanî kılmak amacıyla bir şeyler yapmak için ilk kez biraraya geliyorlar. Bu ilk birliktelikte aradaki keskin farklılıkların önemsiz diye geçiştirilmesi pek de akılcı olmayacaktır. Ayrıca bakış açılarımızdaki küçük yönlere aşırı bir vurgu yapmanın anlamı yoktur. Birbirimizle ilişkimizde tarihimizin farkında olmak ve böylelikle güçlerimizi inşa edip geçmiş hatalardan kurtulmak gerekir.
Marksizm ve Siyah Kilisesi:
Taraflar Arasında Tarihte Görülen Tutum Alış Örnekleri
Siyah kilisesi mensupları ile marksistler arasındaki tarihsel ilişkide üç tutum alış örneğine rastlıyoruz: kayıtsızlık, düşmanlık ve karşılıklı destek. En sık görüleni, kayıtsızlık. 1911’de New Jersey, Patterson’dan siyah bir sosyalist olan Thomas Potter: “Sosyalist Parti’nin hazırladığı rapordaki tek leke, partinin siyahlara karşı ilgisiz ve kayıtsız oluşudur” diye yazıyor.[1]
Her iki tarafın birbirlerine yönelik kayıtsızlıkları, en net ifadesini ABD’deki radikalizme dair ifadelerinde birbirlerinin adlarını hiç anmamış olmalarında açık olarak görülüyor. Bir siyahi için sosyalizm tarihiyle ilgili kitaplarda ABD’deki siyah radikalizmine neredeyse hiç atıf yapılmıyor olması gerçekten tuhaf bir durum. Yapılan birkaç yorum da altmışlarda insan hakları ve Siyahi Güç hareketi arasındaki temasın kurulduğu döneme ait. Siyah radikalizmi Martin Luther King ve Stokely Carmichael’ın ortaya çıkışına dek beyaz sosyalistlerin tekelindeymiş gibi bir hava estiriliyor. Beyaz sosyalistler, 19. ve 20. yüzyıl siyah radikalizminden haberdar değillermiş gibi davranıyorlar. Aynı şekilde bu körlük, Peter Clark ve Papaz George Washington Woodbey gibi sosyalist siyahları da görmezden geliyor.
Ohio, Sinsinatili bir müdür ve öğretmen olan Peter Clark, kendisinin sosyalist olduğunu ilân eden ilk siyahtır. “1878’de (Clark) yeni kurulan Sosyalist Emek Partisi’nin Ulusal Yürütme Komitesi üyesi olarak seçilmiştir.”[2] Ancak Clark, bir yıl sonra bu görevinden istifa etmek durumunda kalmıştır. Gerekçesi, kendi ifadesiyle, “Siyahların refahının kendisini kontrol eden yegâne dürtü”[3] olmasıdır. Sosyalist Emek Partisi, 19. yüzyılın son çeyreğinde siyahların koşullarını sürekli göz ardı etmiş bir partidir. Aynı hatayı 1901’de kurulan Sosyalist Parti dâhil, tüm diğer sosyalist gruplar da yapmıştır.
Papaz George Washington Woodbey, 1904 ve 1908’deki ulusal kongrelere katılmış bir Sosyalist Parti üyesidir. 1908’deki kongrede rakibi Eugene Debs’e başkanlık yarışında yenilmiştir. Hıristiyanlığı ve sosyalizmi uzlaştırma gayreti içinde bir dizi kitap kaleme almıştır. What to Do and How to Do It or Socialism vs. Capitalism ile The Bible and Socialism: A Conversation Between Two Preachers bunlardan bazılarıdır.[4]
Beyaz aydınların kaleme aldıkları sosyalizm tarihlerinde ne yazık ki siyahi sosyalistlere rastlamak mümkün değil. Michael Harrington’ın Socialism[5] ("Sosyalizm") ve Daniel Bell’in Marxian Socialism in the United States[6] ("ABD'de Marksçı Sosyalizm") isimli çalışmalarında sosyalist hareket içindeki siyahların katkılarına dönük herhangi bir bahis bile yoktur. James Weinstein’in The Decline of Socialism in America[7] ("Amerika'da Sosyalizmin Gerilemesi") ile Ambiguous Legacy[8] ("Muğlak Miras") isimli kitaplarında da birkaç sayfa ayrılmıştır siyahlara. Çok açık ki siyahların sosyalizmle ilişkileri, yazarın toplam analizinde, bir cüzü bile teşkil etmemektedir. Siyahların Sosyalist Parti’deki varlıkları ya da siyah radikalizminin sosyalist hareket dışında tutulması ancak beyaz sosyalistlerin kendilerini siyahlar tarafından tanımlanmış kurtuluş mücadelelerine kayıtsız olduklarını gösterir.[9] Daha fazla sayıda siyahın neden sosyalist olmadığını merak edenler, Philip Foner’ın American Socialism and Black Americans ("Amerikan Sosyalizmi ve Siyahi Amerikalılar") kitabına bakabilirler.[10] Amerikan sosyalizminin tarihi, siyahlarla ilgili olarak (Engels’in başka bir mevzu ile ilgili ifadesine başvurarak söylersek) “kendisinin faydasız bir platform olduğunu teorik açıdan ispatlamış, halkın fiilî ihtiyaçlarına karşı tuhaf bir kayıtsızlık içinde olduğunu göstermiştir.”[11]
W. E. B. Du Bois, sosyalizmin kapitalizme nazaran daha iyi bir toplumsal düzen temin ettiğine inanmasına rağmen, kendisinin sosyalizme bağlılığı hususunda, hep ikircikli kalmasına neden olan da sözkonusu tuhaf kayıtsızlıktır. 1913 gibi erken bir tarihte du Bois şunu söylemektedir: “Siyah meselesi, Amerikan sosyalistinin en büyük sınavıdır.”[12] Sonraki yıllarda beyaz sosyalistler, kendi cemaatleri gibi, bu sınavda başarısız olmuştur. Birçok sosyalist, beyaz Hıristiyanlar gibi, gerçeklik ancak siyah bakış açısına göre analiz edildiği takdirde görülebilecek güvenilirlik meselesinin ciddî bir durumda olduğunu görememişlerdir. Önce beyaz sonra Hıristiyan olanlar gibi beyaz sosyalistler de her şeyi önce beyaz sonra da sosyalist olarak değerlendirme gafletine düşmüşlerdir. Bu türden bir kimlik, her daim siyahlarla kurulacak diyalogun genel içeriğinde ciddi meselelerin zuhur etmesine yol açacaktır.
Sosyalizmin siyah kilisesine yönelik kayıtsızlığı, siyah kilisesinin sosyalizme dönük kayıtsızlığında karşılık bulur. Sosyalizmi savunan siyahi vaizler vardır, ama bu tür bir savunu, mesajın ya da vaizlerin siyah kilisesinin kıyısına itilmesi ile sonuçlanmaktadır. 1896’da sonradan AMP Kilisesi’nin (Afrika Metodist Piskopos Kilisesi’nin) piskoposu olan Reverdy C. Ransom, yazdığı “Siyahlar ve Sosyalizm” başlıklı makalede sosyalizmi savunmuştur. Ona göre, “Siyah, sosyalizmin kendisine tüm insanlarla hayatın her alanında, eşitlik temelinde bir fırsat hürriyeti önerdiğini anladığında, toplumsal kurtuluşunu kabul etme konusunda bir saniye duraksamayacaktır.”[13] 1890’lı yıllar boyunca The Christian Recorder ve AME Church Review dergileri, sosyalizmin zayıf ve güçlü yönlerine ilişkin tartışmalar yürütmüş, Recorder yazarları sosyalizmi reddederken, Review yazarları sosyalizmi desteklemişlerdir. Ancak sosyalizmi destekleyen siyahi papazlar bile sosyalizmi kendi dinî öğretilerine ait bakış açılarının merkezine hiçbir zaman koymamışlardır.
Aynı durum, bugünün siyahi vaizleri ve teologları için de geçerlidir. Bunlar, sosyalizme karşı kayıtsızdırlar, zira sosyalizm hakkında çok az şey bilmekte, ırkçılık belâsının daha da önemli olduğunu düşünmektedirler. Joseph Washington[14], Carter G. Woodson[15], E. Franklin Frazier[16], Gayraud S. Wilmore[17] gibi isimlerin çalışmalarında siyah kiliselerinin tarihçelerine baktığımızda, siyahi sosyalist vaizlere tek bir atıfta bile bulunmadığı görülecektir.
Radikal siyah kilisesi hareketi, marksizm meselesini ele alma fırsatını ancak altmışlarda yakalayabilmiştir. James Forman, Riverside Kilisesi’nde, 4 Mayıs 1969’da Siyah Manifestosu’nu yazar.[18] Forman, Siyah Kiliseleri Ulusal Konferansı’nın desteğini almış olmasına karşın, konferans manifestonun giriş bölümünü marksist olduğu sebebiyle reddeder. Konferansa mensup siyahi vaizler manifestonun taleplerini onaylarlar. Ancak taleplerin marksist zemini hususunda yan çizerler ve bunun yerine, kendi ulusal argümanlarına başvururlar. James Forman, konferans ve diğer siyah kilisesi mensupları tarafından modern bir peygamber olarak karşılanırken, bilebildiğim kadarıyla, kimse, onun marksizmle ilgili görüşlerini onaylamaz. Esasında manifesto ile ilgili yapılan tüm tartışmalarda marksizm meselesini gündeme getiren bir tek kişi bile çıkmamıştır.
Kendi adıma itiraf etmeliyim ki 1969’da yayımlanan Black Theology and Black Power[19] ("Siyahi Teoloji ve Siyahi Güç") isimli kitabımda marksizm ve sosyalizmle hiçbir biçimde temas kurmamış olmam, entelektüel açıdan yaptığım önemli bir hatadır. Sosyalizm meselesine kısmen temas eden A Black Theology of Liberation[20] ("Siyahi Kurtuluş Teolojisi" -1970) ve God of Oppressed[21] ("Ezilenlerin Tanrısı" -1975) isimli kitaplarım için de aynı tespit geçerlidir. Ben, ancak Afrika, Asya ve Latin Amerika’da, aynı zamanda ciddî birer Hıristiyan olan kimi sosyalistlerle tanıştıktan sonra söz konusu meseleye ilişkin yeniden bir değerlendirme yapma imkânı bulabildim.[22] Sonuç olarak Georgia, Atlanta’da 1977 Ağustos’unda düzenlenen birinci Siyahi Teoloji Konferansı’nda sosyalizm meselesini ilk kez gündeme getirdim. Sunduğum tebliğin başlığı, “Siyahi Teoloji ve Siyah Kilisesi: Buradan Nereye Gideceğiz?” idi.[23] O günden beri genel manada siyah kilisesinin sosyalizmle ilgili olarak artık suskunluğunu bozması gerektiğine kaniyim, zira bu sessizlik, Üçüncü Dünyalı erkek ve kız kardeşlerimizce tüm yeryüzünde fakirleri sömüren kapitalist sisteme dönük bir destek olarak algılanmaktadır.
Örneğin her gün açlıktan 25.000 ilâ 50.000 civarında insan ölüyor. Bunun açık nedeni, ulusal ve uluslararası ekonomi düzeninin bozuk bir kalkınma yöntemini bir biçimde beslemesi. Irkçılıkla malul hakaretleri ile ünlü eski tarım bakanı Earl Butz: “Yiyecek bir silâhtır. Müzakere masasında başvuracağımız aslî araçlardan biridir” diyor.[24] Dünya nüfusunun yüzde altmışı yetersiz besleniyor, yüzde yirmisi açlık sınırında ve üçte biri yaşamak için haftada sadece üç dolarla geçinmek durumunda. İnsanlık tarihinde ilk kez hem yiyecek arzı hayli fazla, ancak açlıktan ölenlerin sayısı da aynı ölçüde yüksek. Birleşmiş Milletler’in Ekim 1976 tarihli Ticaret ve Kalkınma Konferansı raporuna göre, dünya nüfusunun yüzde yirmisini teşkil eden gelişmiş ülkeler, dünya gelirinin yüzde altmış yedisini ellerinde bulunduruyorlarken, en fakir yüzde otuz ise dünya gelirinin sadece yüzde üçüne sahip. Dünyanın yıllık silâh harcaması 300 milyar (saat başına 34 milyon) ve bunun üçte birinden fazlasını ABD harcıyor. Zenginliğin eksik dağıtımı bağlamında uluslararası ekonomik düzen kendi yansımasını ABD’de de buluyor. Halkın yüzde biri zenginliğin yüzde otuzunu elinde bulunduruyor.[25] Bu ekonomik gerçeklerden yola çıktığımızda, siyah kiliselerinin alternatif bir toplumsal düzen olarak sosyalizmi göz ardı edemeyecekleri açık. Ekonomik düzende cereyan edecek radikal bir değişime işaret etmeksizin ırkçılıktan dem vurmak imkânsız. Kanaatimce ırkçılık da kapitalizme dokunmaksızın tasfiye edilemez. Bugün artık bizim kapitalizmin alternatifi olarak sosyalizme dair yeni bir yönelim içine girmemiz gerekiyor. Bunun bir sonucu, güçlü sosyalizm savunularından ötürü, siyah kilisesinin kıyısına itilmiş George W. Woodbey gibi siyahi sosyalist vaizleri hatırlamak olacaktır.
Siyah kilisesi ile marksistler arasındaki karşılıklı kayıtsızlığa dayalı hâkim tavra ek olarak, iki kesim arasında her daim bir tür husumete ve aynı zamanda destek gayretine de tanık olunmuştur. Örneğin yirmilerde komünistler arasında husumete dayalı bir tavır söz konusudur. Bir komünist, siyahi bir vaize şunları söylemiştir: “Vaizin görevi, sadece cemaatinin aklını sefalet koşullarından uzaklaştırmaktan ibarettir. O, ayrıca toprak ağalarına hizmet eder ve köylülerin faaliyetlerine karşı onun casusu olarak çalışır. Efendilerine imanla hizmet eden biri olarak bu dalkavuklar, sıklıkla yüksek ücret alırlar.”[26] Bu türden bir yaklaşım, otuzların sonlarına dek devam etti. Komünistler, bu tarihlerde husumete dayalı yaklaşımlarını destek yönünde değiştirmeye başladılar. Komünistler, Peder Divine ve sonrasında Adam Clayton Powell gibi isimleri desteklediler. 1945’te komünistlerle ilgili olarak Powell şunu söylüyordu: “Bugün Amerika’da, Hristiyan Kilisesi dâhil hiçbir grup, komünist parti kadar ırkî kardeşliği eyleme dökememektedir.”[27]
Farklı radikalizm güzergâhlarına girmiş olmaları ve toplumda sürekli marjinal kılınmış olmaları sebebiyle Siyah Kilisesi ve marksistler, birbirlerini yanlış anlamaya devam etmişler, tarihsel açıdan karşı tarafa dönük kayıtsızlıklarını ve husumetlerini sürdürmüşlerdir. Bugün cisimleşen inkârın ve ara sıra gerçekleşen laf atışmalarının ötesine geçip, marksistlerle ve siyah kilisesi arasında gidip gelen iddialara bakalım. Önce siyahların görüşünü, ardından marksistlerin yaklaşımlarını inceleyeceğim.
Siyah Kilisesinin Marksizmle İlgili Görüşü
1. Siyah kilisesine göre marksist felsefe ateisttir ve bu sebeple reddedilmelidir. Siyah kilisesi, nasıl olur da Tanrı’nın mevcudiyetini inkâr eden bir felsefeyi benimseyebilir? Oysa kilisenin temeli, onun Tanrı’ya dönük inancıdır. Bu temel itiraz, diyalogu daha başlangıçta bitirir.
Ancak Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki birçok insan kendilerini hem Hristiyan hem de marksist olarak nitelendirmektedir. Bu insanlar, ilgili ilişkiyi bir dünya görüşü olarak marksizmle sosyal analizin bir aracı olarak marksizmi ayırmak, ilkini reddedip ikincisini benimsemek suretiyle, kurabilmektedirler. Ülkemizdeki siyah kilisesi mensupları da bunu yapabilirler. Marksizm, toplumun ekonomik, politik ve sosyal yapılarının analizinde kullanılan bilimsel bir araç olarak kavranabilir, böylelikle biz, iman dairesi içinde onayladığımız hürriyetin dünyada nasıl fiilîleşeceği meselesini anlama imkânı buluruz.
2. Siyahlar, ayrıca marksizmin köken olarak Avrupalı ve dolayısıyla beyaz oluşuna bakıyorlar. Beyaz oluşu, elbette sorun teşkil etmez, ama siyahların tecrübesinde beyaz olmak, her daim ırkçı olmak anlamına gelir. Geçmişte marksistler ve diğer sosyalistler, siyahları yeni sosyalist topluma dönük ufukları dışında tuttular. Bazı sosyalistler, siyahların Afrika’ya gönderilmesini savunurken, bazıları da kendi sosyalist ufuklarının ırk ayrımcılığını ortadan kaldırmadığını söylediler. Yirminci yüzyılın başında Sosyalist Parti’nin kurucularından olan ve başkanlığa adaylığını koyan Eugene Debs gibi isimlerse ırkçılık konusunda muğlâk bir konum aldılar. Sosyalist Parti, 1904 ve 1908 kongreleri arası dönemde ırkçılık karşıtı bir duruş sergilediğinde sözkonusu tavır hayli zayıftı ve ilgili kararın yürürlüğe konulması hususunda hiçbir şey yapılmadı. Parti, siyahların toplumda özel bir yeri olduğunu ve bu gerçeğin sosyalizm tarafından bile değiştirilemeyeceğini söyleyen güneyli beyaz sosyalistleri gücendirdi.[28]
Kanaatime göre siyahlar, marksizmin beyaz ve ırkçı olması meselesini Hristiyanlığın da beyaz ve ırkçı olabileceği tespitine ilişkin meseleyi çözdükleri gibi çözeceklerdir. Biz marksizmi yerlileştirebiliriz, yani onu kendi durumumuz için yeniden yorumlayabiliriz. Beyazlar icat etti diye arabaya ya da uçağa binmezlik etmiyor, faydalı araçlardan uzak durmuyoruz. O hâlde hürriyet mücadelemizde kullanılması mümkünse, marksizmi neden reddedelim ki?
3. Birçok beyaz marksist, özellikle yirmiler boyunca komünistler, siyahi vaizlerin cahil olduklarını düşündüler, böylesi bir yaklaşımın siyah kilisesi mensupları arasında dost bulması pek mümkün değil. Benim yorumum şu ki beyaz Hristiyanlar, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler bizlere kötü şeyler söyleyip yaptılar, ama bizim siyahi Hristiyanlarımız sırf kötü davrandılar diye Hristiyan, Demokrat ya da Cumhuriyetçi olmaktan vazgeçmediler.
4. Irk sorunu ile yüzleşmek zorunda kaldıklarında marksistler, her zaman bu sorunu ekonomik sorun ve sınıf mücadelesi karşısında ikincil bir konuma itiyorlar. Bu, bilimsel açıdan doğru olsa bile, marksistlerin ırk ve sınıfla ilgili bakış açılarını ortaya koyma biçimleri genelde ırkçılık mağdurlarına itici geliyor.[29] Siyah kilisesi, milliyetçi, ırkî değerlerin yönlendirdiği bir kurumdur ve sahip olduğu kimlik hem buhayattaki hürriyet mücadelesi hem de Tanrı’nın eskatolojik geleceğinde yaşanacağına inanılan ebedî hürriyetle bağlantılıdır. O hâlde siyah kilisesi, ırkçılığın tasfiyesini ikincil konuma iten bir felsefeyi nasıl kabul edebilir? Bu, oldukça önemli bir sorudur ve siyah kilisesi ile marksizm arasındaki çelişkiye işaret eder. Esas soru, özelde siyah kilisesinin, genelde tüm siyah toplumunun kurtuluş mücadelesine özgül bir katkı sunup sunamayacağı ile ilgilidir. Görünüşe göre marksistler, katkı yapabilme ihtimalimizi reddedip görüşlerimize ve rehber olma niteliğimize neredeyse hiç bakmıyorlar. Diğer beyazlar gibi onlar da tüm saf hakikatin kendilerinde olduğunu düşünüyorlar.
Marksistlerin Siyah Kilisesiyle İlgili Görüşü
1. Marksistlere göre, siyah kilisesi mensupları cennette alınacak bir ödül olarak ele alınan kurtuluş için sürekli vaaz veren, ama kurtuluşun budünyadaki adalete dair olduğunu söylemeyen insanlardır. Bu tür bir bağlam dâhilinde siyahların dini, dinin beyazlardaki işlevine benzer bir işlevi görür. Bu din, insanların dikkatlerini cennetin hazzına çekip dünyadaki adaletsizliğin acısını maskeleyen bir sakinleştirici ve afyondur. Bu tarz bir yaklaşım, insanları Tanrı’ya tabi kılarak onları sosyal analizden ve kendi özgürlükleri adına eyleme geçmekten alıkoyar. Karl Marx’ın da belirttiği üzere, “İnsan ne denli Tanrı’ya verirse kendini, o denli uzaklaşır kendinden.”[30] Bu bağlam dâhilinde Marx, ayrıca dini “halkın afyonu” olarak tarif eder.[31]
Ateist ideolojinin ürünü olarak dini afyonla eşleştiren yaklaşım, marksist dünya görüşünün kısmî bir parçası ise de bu, sosyal analiz bağlamında göz ardı edilebilir. Siyahların dininin bir afyon olduğunu söyleyen marksist iddiayı biz, bunun bazen doğru bazen de yanlış olduğunu söylerek cevap verebiliriz.
Şurası kesin ki siyah kilisesi tutarlı bir kurtuluş modeli değildir. Mülke tamah eden Papaz Ike gibi isimlere sahip olduğumuza göre, siyah kilisesi hakkında her daim güzel şeyler söylememiz mümkün değildir. Ancak siyah kilisesi, on dokuzuncu yüzyılın başlarında incili bir kurtuluş ve ayrı, bağımsız birer zümrenin kurumsallaşması olarak tarif etmiştir. Bu noktada Richard Allen, Henry H. Garnett, David Walker, Henry M. Turner ve Martin Luther King gibi isimlerin tarihsel ve teolojik önemlerini küçültmemeliyiz. Siyahların kurtuluş mücadelesinden dem vurduğumuzda biz, aynı zamanda siyah kilisesinde oluşturulmuş ve onun tarafından desteklenmiş bir hareketten bahsediyoruzdur.[32] Ayrıca biliyoruz ki din, politiktir ve köle sahibi beyaz vaizlerin ve Klan saldırılarının mevcudiyeti bu gerçeği bizim teolojik bilincimizde pekiştirmiştir. Birçok siyah, dinde afyon değil, kuvvet ilâcı bulmuş, bu ilâç, onlara hürriyet mücadelesinde cesaret ve güç vermiştir.
Marksistler, siyah kilisesinin o hürriyet mesajı ile birlikte yere inmeyi bildiklerinde, Amerikan toplumunun yegâne sorunu olarak salt ırkçılığa odaklandıklarını iddia ediyorlar. Kilise, bir kapitalizm eleştirisi yapmıyor ya da tümüyle yeni bir toplum inşa etmenin yollarını aramıyor. Marksistlerin iddiasına göre, böylesine sınırlı bir anlayışa sahip olan kilise, kapitalist bir kurum olarak faaliyet yürütüyor, üyeleri ise sadece kapitalist pastadan büyük bir pay alamadıkları için üzülmekle yetiniyorlar. Marksistler, siyah kilisesinin devrimci olmadığını, reformist bir eğilim içinde hareket ettiğini düşünüyorlar.
Siyah kilisesi mensuplarının bu eleştirileri ciddiye almaları gerekiyor. Mücadele tarihimizde siyahlara yönelik zulüm toplumun her kesiminde tüm yoğunluğu ile sürüyor. Bu sebeple, toplumumuz kapitalizm ve sosyalizmle ilgili genel bir fikriyat geliştiremiyor ve Amerikan toplumunun kapsamlı bir bilimsel analizini gerçekleştiremiyor. Siyahlar, Avrupalı aydın sınıfının değil, Afrikalı kölelerin çocukları. Onlar, her türden baskıcı eğilime kendi tarihsel deneyiminden hareketle tepki veriyor. Bu deneyim ise kölelik ve ırkçılıkla malul. Siyahlar, kendi mücadelelerini kapitalizm karşıtlığı ile tanımlamıyorlar ve marksizmin tanımladığı türden bir devrime ihtiyaç duymuyorlar. Siyahlar, köleliğin, linç kültürünün ve Jim Crow yasalarının belirlediği ırkçılığın son bulmasını istiyorlar. Ancak bugün kilisede siyahi aydınlar, biraraya gelip siyahlara önderlik etme imkânı buluyorlar. Bu insanların kapitalizm eleştirisi yapması ve alternatif bir toplum vizyonu üretmeleri mümkün.
Buradan Nereye Gitmeliyiz?
Benim önerim, siyah kilisesi ile marksizm arasında bir diyalogun oluşması yönünde. Hem marksistler hem de siyah kilisesi mensupları birbirlerine kulak vermeli, her iki tarafın adaletle ilgili projelerini dinlemelidirler. Gelgelelim iki taraf da açık olmadığı takdirde anlamlı bir diyalogun oluşması mümkün değil.
Söz konusu açıklık bağlamında, marksistlerin siyahlar üzerindeki dünyasal ve ülkesel zulmün özgüllüğünü tanımaları gerekiyor. Bu zulmün özgül niteliği, siyahların Tanrı tarafından seçilmiş bir halk olduğunu söyleyen teolojik tespitler değil, bilimsel değerlendirmeler üzerinden anlaşılması gerekiyor. Şurası gerçek ki dünyada acı çekenler Avrupalılar değil, siyah derililer ve bu acının sorumluları da beyaz Avrupalılar. Marksistlerin, faşizmin batı medeniyetinin doğasına ve yapısına ait bir miras olup olmadığı sorusunu da kendilerine sormaları gerekiyor. Ancak marksistler ve diğer sosyalistler kendi ırkçılıklarına odaklanmak istemiyorlar ve siyahları ırkçılığın kapitalizm yıkıldığında kendiliğinden yok olacağına inandırmaya çalışıyorlar. Oysa Küba dâhil, gördüğüm her sosyalist toplumda ırkçılık meselesi varlığını sürdürüyor.
Ayrıca marksistlerin, siyah kilisesinin yeni sosyalist toplumun inşası mücadelesine özel bir katkı sunup sunamayacaklarını bir biçimde tartışmaları gerekiyor. Beyaz sosyalistler, mücadeleye dönük özgül katkılarımızı kabullenmedikçe, konuşacak bir şey de kalmıyor. Kendi toplumsal değişim felsefesinin yegâne gerçek olduğuna inanan bir grupla diyalog içine girmek mümkün değil.
Yukarıda sözünü ettiğimiz açıklığın bir diğer yönü de siyah kilisesi mensuplarının demokratik sosyalizm hattında toplumun yeniden inşasına dönük istekleri. Biz, bir avuç insanın refahı için kârın arttırılmasını öngören bir toplumsal düzenlemeyi tanımak zorundayız. “Modern marksizm yanlış cevaplar verse bile en azından onun doğru soruları sorduğu açık.”[33]
Marksizm, kapitalizm eleştirisi ve sınıf mücadelesi ile ilgili değerlendirmesi noktasında haklı. İnsanın bekası için çok uluslu şirketlerin üretim araçları üzerinde tekel oluşturmalarının ahlâkî açıdan haklı bir durum olduğuna inanmıyorum. İnsan hayatının gerekliliklerini özel mülkiyet aracılığıyla kontrol etmek kimsenin hakkı olamaz.
Eğer siyah kiliseleri, kapitalizmin değil demokratik sosyalizmin, Adam Smith’in değil Karl Marx’ın, zenginlerin değil, deri renklerine bakmaksızın, tüm fakirlerin, şirketlerin değil, işçilerin safında olmazsa, sosyalistlerin, marksistlerin ve diğer hürriyet savaşçılarının bizim şu şarkıyı söylediğimize inanmalarını da bekleyemeyiz:
Hey hürriyet! Hey hürriyet!
Hey hürriyet! Hey hürriyet!
Köle olmazdan önce,
Gireceğim mezarıma derince,
Sonra hür olacağım Tanrı’mın evinde.
Siyah kilisesi, sosyalizmin alternatif bir toplumsal düzen olduğunu görmek istemediği takdirde, siyah kilisesi ile sosyalistler arasında ciddi bir diyalogun kurulmasının da imkânı yoktur.
Geçmişte kurulmuş diyalogların nasıl sonuçlandığına bakmadan, biz siyahlar, toplumu maddî ve ekonomik temelden başlayarak köklü ve bütünsel bir biçimde yeniden inşa etmeyi düşünmeye başlamamız gerekiyor. Bu yeniden inşa süreci, ırklar ve cinsiyetler arasında eşitliği ve hürriyeti öngörmelidir. Kapitalist toplumda ırkçılığa son vermenin mümkün olup olmadığını ya da kârın artırılmasına dayanan ve çoğunluğun bir avuç zengin için yaşadığı, herkesin ücretli emeğe tabi olduğu bir toplumun siyahlar için hürriyet verip veremeyeceği sorularını sormamız gerekiyor. Az sayıda “orta sınıf” siyahın yeni bir entelektüel ve idareci sınıfın üretilmesinden fayda sağladığı koşullarda biz, yüzde otuzu sınıf altı ve sürekli işsiz olan, yüzde kırk ilâ altmışı işsiz siyah gençlerden oluşan, hayatlarının kontrolünü başkalarının eline teslim eden siyahi halk kitlelerini düşünmemiz gerekiyor. Ayrıca dedelerimizin kullandığı taktiklerde mazlum siyahların mevcut durumları ile başa çıkabilmek mümkün mü, bu soru da tartışılmayı bekliyor.
Artık köklü manada yeni bir toplumsal düzeni düşünmenin vaktidir. Demokratik sosyalizmin böylesi bir alternatifi sunup sunmadığı sorusu ortadadır. Bu toplumsal düzen, bize özgürlüklerimizi verip bugünün şeytanlarını yok edecek mi? "Sosyalizm" ve "Komünizm" sözcükleri dillendirildiğinde birçok insanın aklına Rusya, Küba, Çin, Doğu Avrupa ve bu tip yerler geliyor. Bunlar demokratik sosyalizmi reddeden “devlet kapitalizmi” örnekleri oysa. Demokratik sosyalizmin sorunu, hedef ve iddialarımızın somutlanmasına katkı sunacak tek bir tarihsel modele sahip olmaması. Beyaz Amerikalı kapitalistler köklü eleştiriler karşısında sıklıkla “neden başka yere gidip orada yaşamıyorsunuz?” ya da kibarca “eğer kendilerine sosyalist diyenler sosyalist değilse, sizin işaret ettiğiniz sosyalist toplum nerede mevcutmuş?” diye soruyorlar.
Bunlar, yönetici sınıfın bilincini temsil edenler de olsa, zor sorular. Ancak bence bir tarihsel modelin mevcut olmayışı bizi yolumuzdan alıkoymamalı. Zira siyahların dininde umudun temeli mevcut bir vizyon değil, tarihsel mücadele ile oluşturulacak bir anlayıştır. Eğer umudumuzu verili olanla sınırlandırırsak, onu yok ederiz. Umut, olmayan bir şeye dönük beklentidir. O, imkânsızın mümkün olacağına, “henüz olmayan”ın tarihsel süreç içinde oluşacak olmasına dönük inançtır. Umut olmadan insanlar mahvolurlar. Frederick Douglas , Harriet Tubman, Rosa Parks ve Martin Luther King’in hürriyetle ilgili tarihsel projelerini fiiliyata dökmelerine imkân veren umut başkalarınca imkânsız addedilmiştir her daim. Eğer biz siyahlar, bugün kendi umudumuzu olanla, yani Demokrat ve Cumhuriyetçi Parti ile sınırlı tutarsak, ufkumuz alabildiğine dar kalacaktır. Hürriyet mücadelemizi kapitalizmin takdim ettiği alternatiflerle sınırlarsak, geleceğimizi Tanrı’nın değil, insanların eline teslim etmiş oluruz. Tanrı’ya inanmak, umudumuzun temeli, iyi bir dünyayla ilgili yeni umudu yeniden dirilen mevcudiyeti ile yaratacak olansa Efendimiz, İsa Mesih’tir. “Henüz olmayan”ın aynı zamanda mümkün olduğunu neden düşünmüyoruz? Neden tümüyle yeni bir toplum üzerine kafa yorup onu yeryüzünde kurmak için araçlar üretmiyoruz? Uhrevî ufkumuzun dünyevî yansıması yok ise bunlar, sadece tahammülü zor mevcut acıyı hafifleten birer sakinleştirici olarak iş göreceklerdir. Siyahlar için dinin kapsamı öz itibariyle bu kadar mı? Bugün liderlerimizden neden radikal ve bağımsız tek bir ses çıkmıyor? Onlar, neden siyahi kitleler için umut vaat etmeyen bir sistem olarak kapitalizmin sınırlarına mahkûm alternatifler sunup duruyorlar?
Kişisel olarak ben, Andy Young, NAACP (Siyahların İlerlemesi için Ulusal Birlik), Şehir Birliği, SCLC (Güney Hristiyan Liderliği Konferansı), Jessie Jackson ve bizim seçilmiş siyahlarımızı seviyorum. Bunların bizim için ortaya koydukları emeklerin daim olmasını diliyorum. Aynı dilek, papaz ve teologlarımız için de geçerli. Muhtemelen bugün ihtiyacımız olan, ceddimizin “eski zamanın o iyi dini”ne geri dönmek ve onu marksist toplum eleştirisi ile birleştirmek. Siyahların dini ve marksist felsefesi, bize tümüyle yeni toplumun nasıl kurulacağını birlikte gösterecekler. Bu birliktelikle, biz kilisemizde şarkılarını söyleyip uğruna dualar ettiğimiz hürriyeti gerçekleştirme fırsatı bulacağız.
James H. Cone
Nisan 1980
Dipnotlar
[1] Aktaran: Philip S. Foner, American Socialism and Black Americans: From the Age of Jackson to World War II (Westport, Connecticut: Greenwood Press, 1977), s. 205.
[2] A.g.e., s. 57.
[3] A.g.e., s. 59.
[4] Woodbey ve diğer siyah sosyalist vaizlerin sosyalizme ilişkin görüşlerine dair muhteşem bir analiz için bkz.: A.g.e., 7. Bölüm. Ayrıca bkz.: Cornel West, “Black Theology and Marxist Thought” makalesi, G. Wilmore ve J. Cone, Black Theology: A Documentary History, 1966-1979 (Maryknoll, N. Y.: Orbis Books, 1979), s. 56. Ayrıca West’in kaleme aldığı iki ek makale için bkz.: “Socialism and the Black Church” New York Circus: A Center for Social Justice and International Awareness, Ekim-Kasım 1979, 3. Cilt, Sayı. 5, s. 5-8; ve “Black Theology and Socialist Thought”, The Witness, 63. Cilt, Sayı. 4, Nisan 1980, s. 16-19.
[5] (New York: Bantam Book, 1973). Ayrıca bkz.: Harrington, Toward A Democratic Left: A Radical Program for A New Majority (New York: Macmillan, 1968); The Twilight of Capitalism (New York: Touchstone Book, 1976).
[6] (Princeton, N. J.: Princeton University Press, 1967).
[7] Weinstein, The Decline of Socialism in America, 1912-1925 (New York: Vintage Books, 1969). Ayrıca bkz.: The Corporate Ideal in the Liberal State 1900-1918 isimli çalışması, (Boston: Beacon Press, 1968).
[8] Wienstein, Ambiguous Legacy: The Left in American Politics (New York: New Viewpoints, 1975).
[9] Şu çalışmalarda da Siyah radikallerden hiç bahsedilmez: Peter Clecak, Radical Paradoxes: Dilemmas of the American Left: 1945-1970 (New York: Harper Torchbooks, 1974); T. B. Bottomore, Critics of Society: Radical Thought in North America (New York: Vintage Books, 1969). Bu kitabın 1968 baskısında Bottomore insan hakları ve Siyah İktidarı hareketlerine ilişkin yorumlarını içeren bir ek koymuştur.
[10] Ayrıca bkz.: Robert L. Allen (Pamela P. Allen’ın katkısıyla). Reluctant Reformers: Racism and Social Reform Movements in the United States (New York: Doubleday, 1975). Beyaz solunun en ferasetli eleştirisi için bkz.: Harold Cruse, The Crisis of the Negro Intellectual (New York: Morrow, 1967); ayrıca bkz.: H. Cruse, Rebellion or Revolution (New York: Morrow, 1968).
[11] Akt.: Daniel Bell, Marxian Socialism in the United States, s. 36.
[12] Akt.: Foner, American Socialism and Black Americans, s. 219.
[13] Akt.: A.g.e., s. 85. Foner’ın 7. bölümdeki siyah sosyalist vaizlere dönük yaklaşımı muhteşemdir. Siyah sosyalist vaizlerle ilgili diğer makaleler için bkz.: Piskopos James T. Holly, “Socialism From the Biblical Point of View”, The AME Church Review, Cilt. 10, 1894; George F. Miller, “Enslavement of the Worker”, The Messenger, Cilt. II, Sayı. 7, Temmuz 1919; “Socialism and Its Ethical Basis”, The Messenger, Cilt. II, Sayı. 7, Temmuz 1919. Holly ve Miller’ın makalelerini benimle paylaşan meslektaşım Profesör James Washington’a özel olarak teşekkür ediyorum.
[14] Black Religion: The Negro and Christianity in the United States (Boston: Beacon Press, 1964).
[15] The History of the Negro Church (Washington, D.C.: The Associated Pub., 1972).
[16] The Negro Church in America (New York: Schocken, 1962).
[17] Black Religion and Black Radicalism (New York: Doubleday, 1973).
[18] The Black Manifesto’ya dönük cevaplar ve ilgili gelişmeler için bkz.: G. Wilmore ve J. Cone, Black Theology: A Documentary History, 1966-1979. The Black Manifesto bu cilde eklenmiştir.
[19] New York: Seabury Press, 1969.
[20] Philadelphia: Lippincott, 1970.
[21] New York: Seabury Press, 1975.
[22] Üçüncü Dünya Teologlarının teolojik perspektif üzerindeki etkilerine dair kısmî bir değerlendirme için bkz.: “Black Theology and Third World Theologies", Wilmore ve Cone, Black Theology: A Documentary History içinde, s. 445-608.
[23] İlgili deneme şu çalışmada yer almaktadır: Wilmore ve Cone, Black Theology: A Documentary History, s. 350-359.
[24] Bkz.: Christianity and Crisis, 24 Ocak 1977.
[25] Bkz.: G. Willam Domhoff, The Powers That Be: Processes of Ruling Class Domination in America (New York: Vintage Books, 1979); ayrıca bkz.: W. Domhoff, Who Rules America (Eaglewood Cliffs, N.J.: Prentice-Hall, 1967).
[26] Akt.: Ralph L. Roy, Communism and the Churches (New York: Harcourt, Brace and Co., 1960), s. 48.
[27] Adam C. Powell, Jr., Marching Blacks (New York: The Dial Press, 1973), s. 67. İlk basım yılı 1945.
[28] Sosyalistlerin siyahlara dönük yaklaşımları ile ilgili kapsamlı bir değerlendirme için bkz.: Foner, American Socialism and Black Americans.
[29] Irkçılığın tali, sınıfın başat olduğunu söyleyen beyaz marksistlerle ilk kez Latin Amerikalı kurtuluş teologları ve kendisini beyaz kurtuluş teologlar olarak adlandıran Kuzey Amerikalı muadilleri ile kurulan diyaloglarla karşılaştım. Benim ilgili iddiaya dönük cevabım şu oldu: bu doğru olsa bile hiçbir beyazın bunu bir siyaha söyleme hakkı yoktur. Toplumsal zulmün özel bir formuna kalmayan insanın başkalarına onların çektikleri acının tali olduğunu, gerçek mücadelenin başka bir alanda sürdüğünü söyleme hakkı olamaz. Dahası bu noktada bu tür sözler sarf edenlerin eskiden ceddimi köleleştiren efendilerin, köle sahiplerinin torunlarını düşündüğümde, bir miktar üzülüyor ve siyahların köleleştirilmesi sürecine ait ne türden bir oyunun sosyalizm adına tezgâhlandığını merak ediyorum.
[30] The Marx-Engels Reader, ed. Robert C. Tucker (New York: W. W. Norton, II. Basım, 1978), s. 72.
[31] A.g.e., s. 54.
[32] Siyah kilisesinin hürriyet mücadelesine katılımına ilişkin derinlikli bir inceleme için bkz.: Gayraud S. Wilmore, Black Religion and Black Radicalism.
[33] Denys Munby’nin yorumunu aktaran: Philip Wogaman, The Great Economic Debate: An Ethical Analysis (Philadelphia: Westminister Press, 1977), s. 55.

0 Yorum: