15 Eylül 2016

,

Komünizmle Mücadele Dernekleri

Başlıkta kastedilen, ellilerin başından itibaren kurulan dernekler değil.

Şu:

Sömürü ve zulüm güçleri, kitleleri kontrol ve disiplin altında tutmaya muhtaç. Zulümle birlikte ezilenler arasında birileri ön plana çıkıyor. Bu kişilere, verili ezilen kimliğinin “yüceliğine” dair bir ezber öğretiliyor. O ezilen kimliği, başkalarından üstün olduğu yanılsamasına kapılıyor. Bu yanılsama da doğalında burjuvazinin ara, orta sınıf olduğu dönemdeki muhalif bilincine bağlanıyor. O bilinci ve pratiğini kendisine referans alıyor. Tersten, şu tespit yapılabilir: kendi ideolojisini üstüncülük üzerinden kuran her özne, ister istemez burjuvazinin bir uzanımı, gölgesidir.

Buradan şu söylenebilir: komünist siyaset, Marx ayracı öncesi ütopistlerin alanında yeniden formüle edilmektedir. İster geçmişe ister geleceğe referans versin, komün’cülük bugünkü ilişkilerde yoktur, zaten olmamak içindir. Çünkü kitlelere, sınıflara, kolektif dinamiklere değil, belirli özel kişilere ve onların üstün olma arzularına oynar. Bu üstüncülük, bugündeki karmaşanın, keşmekeşin, çelişkilerin, aşağılanmanın merhemidir. Komün’cülük, en fazla, değerdüşümü, değer kaybı korkusu yaşayan orta sınıfın içini serinletecek bir masaldan ibarettir.

Marx ayracı ise “bize göre komünizm, teşkil edilmesi gereken bir durum, gerçekliğin kendisini uyarlayacağı bir ülkü değildir. Biz, şeylerin mevcut hâlini ortadan kaldıran gerçek harekete ‘komünizm’ diyoruz. Bu hareketin koşulları, bugün varolan öncüllerden doğarlar.” diyor. Bu nedenle “tüm insanlık kardeştir” diyen Adiller Birliği’ne “hayır değildir” cevabı veriliyor ve dünyanın iki sınıftan müteşekkil olduğu anımsatılıyor.

Burada kastedilen, bu harekete, komünizme karşı olanların “komünistlik” kisvesi altında kurdukları, adına “örgüt” dedikleri derneklerdir. Bu dernekler, özel kişilerin özel hayal dünyalarına ve pratik yaşamlarına layık, onların dişlerine uygun “özel” olabilecek kişileri buldukları yapılardır. Buna “komünist siyaset” demek mümkün değildir, çünkü bunların mevcut hâl ile bir dertleri yoktur. O hareketin öncüllerine her zaman küfretmek zorundadırlar. O dernekler, sadece belirli kişilerin üstün olma dürtülerini, ayrıksı ve özel olma arzularını, ezilen olma hâlini askıya alan, boş uzaya fırlatıp atan niteliğini istismar edebilirler ve ancak tarihte görülen antikomünist sol geleneğe bağlanabilirler.

Bu derneklere, “hiç çalışmayıp, teknolojiyle uğraşan, resim yapabilen” özel kişiler üye olabilirler. Sapla saman burada karışır ve komünizm, bu kişilerin ağzında “toplumsal ölçekli bir yaşam tarzı”na indirgenir.[1] Yaşam tarzı için üretici güçlerin gelişmesi beklenir. Dolayısıyla bugünde komünist siyaset yürütmek imkânsızlaşır.

Sınıfsal, kolektif, iktidar karşıtı dinamiklerin din ve ırk dâhilinde işlediğine asla inanılmaz. Din ve millet içerisinde sömürene ve zalime karşı mücadele hattı açmayı bilmiş tarihsel komünist hareket, bu dernekler eliyle katledilmek zorundadır. Onların görevi budur. “Hiçbir Marksist eser, komünizm hakkında ayrıntılı değerlendirmelere yer vermez” denilir, ama tüm o Marksist eserden daha fazla komünizm hakkında malumat verilir ve geçmişte neden değerlendirmelere yer verilmediği asla sorgulanmaz.

Böylesi saf ve basit bir hayale milyonlar nasıl bağlanmaz, anlaşılır gibi değildir. Esasen sıradan insanların sıradan, saf, basit gerçeklikleri bu tip yazarların sandığından daha fazla “komünizm” barındırır. Burjuvaziye öykünüldüğü, onun öyküsü anlatıldığı için, sıradan insanları aşağılamak öğrenilmiştir, sadece aşağılamak öğretilmektedir. O dernekler bunun içindir.

Komünizm, ileri, ayrıksı, öncü, üstün, güçlü, gerçek, canlı olma imkânı veren bir şurup olarak pazarlanmaktadır. Yoksulun, biçarenin, geçmişi bayrak edenin, kolektif güç imkânlarını diri tutanın, kendi bireyliğini değil, aidiyeti öne alanın, eldeki nasırın, göz ucundaki yaşın, kalptaki kırıkların, insandan sayılmamanın örgütlenebileceği bir güç olma ihtimali sıfırdır.

Burjuvazi, komünizmin mevcut durumdaki her tür imkânından korkar. Bahsi geçen dernekler, o korku sonucu alınan önlemlerin bir parçasıdır. Başkasının AKP eliyle palazlanmasına laf edilir, ama kendi derneği üzerinden çalıştırılan “yoldaşlar”ın asgari ücrete talim ettikleri, sigortalarının yatırılmadığı, dernek başkanlarının yaptığı müteahhitlik işleri, borsa faaliyetleri pek görülmez.

Mevcut hâle son verecek harekete bu nedenle düşmandırlar. En fazla, değerdüşümü, irtifa kaybı konusunda yaşanan kaygıyı örgütleyebilirler, o da her zaman sabun köpüğüdür. Çünkü “komünist dünya devrimi”nden “sol siyaset”e ricat edilmiştir ve sol siyaset de önü sonu “pratik eleştirel bir hareket” olmalıdır.[2] Gençlik, sınıfsız-sınırsız bir varlık olarak, merkeze yerleştirilmelidir. Yeri geldiğinde bu merkeze “kadın” oturtulmalıdır. İleri, öncü, üstün kişilerin sınırlı ve sınıflı olmaları tabii ki mümkün değildir.

Esasında bunlar, eskiden “işçi sınıfı”nı da sınırsız-sınıfsız bir kurgu olarak istismar ediyorlardı. Onlar hep ilericiydi, sınıfa ilericilik öğretmek istediler, olmadı. Şimdi yeni denizlere yelken açmak istiyorlar. Kapitalizm karşıtlıkları da temelsiz. Giderek daha fazla, “vahşi kapitalizm” eleştirileri yapan liberallere yakınlaşıyorlar. (Marx-Engels, Alman İdeolojisi’nde şunu söylüyor: “Aziz Max komünizme ‘sosyal liberalizm’ diyor, çünkü o, 1842’de radikaller ve Berlin’in en ileri ‘özgür düşünürler’i arasında liberalizm kelimesinin kötü şöhretinin ne kadar yaygın olduğunun gayet iyi farkında.”)

Özünde “üretici güçler vs.” diyerek kapitalizmi de yüceltiyorlar. Kapitalizmi, bireysel üstünlükçülüklerinin altını oyduğu için eleştiriyorlar. Sınıfsallıkla, ezilmişlikle ilgili bir eleştiriye dilleri asla dönmüyor. Çünkü üreten elle tüketen el asla aynı düşünmüyor.

Âşık Veysel ile Ruhi Su da bir değil. Veysel’in Ruhi Su için “o balkonda, saksıda yetişmiş bir çiçek” dediği iddia ediliyor. TKP’liler de kendisini “saksı”ya benzetiyorlar.[3] Sonra birileri KP kurmak isteyince, onlara “Avrupa Birliği’nin istediği partiyi mi kuracaksınız?” deyip alay ediyorlar. Üç ay sonra KP’yi kendileri kuruyorlar. Burada bir “halklaşma” derdi kesinlikle yok. “Halk”, sadece o derneğe üye olmaya layık, potansiyel kalabalık olarak anlaşılıyor. Şimdi ise “TKP’yi neden kurduk?” sorusu, içteki pazarlığın bir tezahürü olarak iş görüyor. Birbirlerini daha aydınlanmacı ve ilerici olmaklık üzerinden eleştiriyorlar.[4] “En yeni kim?” ve “En iyi teori kimde?” yarışması içerisindeler sürekli. Görev istiyorlar.

Kapitalizmin dinamizmine de bel bağlamak, suçu, günahı ona yazmak gerekli tabii. Kapitalizmi en iyi kendileri anladığı için yeni dönemi de onlar görebiliyor, bir süre gençler, bu “yeni” denilen masal ile uyutuluyorlar. Her şeyin üzerinde durduklarından, herkesten üstün olduklarından, hiç çalışan elle, basit-sıradan insanların dertleri ile düşünemiyorlar. Devlet, mafya ile ulaşamadığı, giremediği yerleri örgütlüyorsa, burjuvazi de nüfuz edemediği, kontrol altında tutamadığı yerlere bu derneklerle giriyor.

Komünizm öyle bir olmazlığa fırlatılıp atılıyor ki herkes, bugündeki sancıda devrimci olanı göremez hâle geliyor ve düşmanın dünyasına örgütleniyor. Türklükle yücelen ülkücüye, bir tür ütopya ile yücelen solcu denk düşüyor. En alttan, yerin bir karış altından, oranın derdinden-öfkesinden bakabilmek gerekiyor. Devletten ve burjuvaziden öğrenilecek bir şey bulunmuyor.

Eren Balkır
14 Eylül 2016

Dipnotlar:
[1] İlker Belek, “Komünizm: Ne Güzel Bir Gelecek”, 12 Eylül 2016, Sol.

[2] Haluk Yurtsever, “Hangi Sol, Nasıl?”, 13 Eylül 2016, İleri.

[3] Alper Dizdar, “TKP’yi Neden Kurduk?”, 10 Eylül 2016, İleri.

[4] Ahmet Cemal, “Zorunlu Bir Tekrar: Aydınlanma Tehlikelidir”, 14 Eylül 2016, İleri.

0 Yorum: