09 Mayıs 2016

,

İşkil

İletişim, gazetecilik bölümlerinde bunun adı nedir, bilmiyorum ama “28 Şubat sürecinde rol almış üst düzey bir bürokrat, SoL’un sorularını yanıtladı” spotuyla verilen haber, düzmece ve kurgudur. Bu, muhtemelen ihtisası bu alanda olan ve belki de hep bürokrat olmak isteyen Kemal Okuyan’ın masa başında yazdığı bir yazıdır.[1] 

Asıl sorulması gerekense şudur: Bu yazı bugün neden yazıldı?

28 Şubat sürecini alenen sahiplendiğini gösteren bu sol ekip, o günlerde de güya Fethullahçıların örgütlenme şemasını içeren bir defter bulduklarını iddia ediyorlardı. Evrensel’in Nasrallah röportajı ve onun “Deniz Gezmiş’i tanırım” dediğinin iddia edilmesi türünden haberler, maalesef solun artık alışkanlık hâline getirdiği bir pratik. Gerçekle ilişki koptukça insan, vehmin, hayalin esiri oluyor demek ki.

Yazıya dönelim… Örgütünün dönem değerlendirmesini daha okunulur ve cazip kılmak, o değerlendirmeye resmiyet kazandırmak için böyle bir yöntem seçilmiş anlaşılan. Ama bu, bir yanıyla nereye seslenildiğinin, gericilikle mücadelenin nerelere bağlandığının da bir alameti.

Hayali bürokratımız, şöyle diyor örneğin: “28 Şubat Kemalist bürokrasinin son hareketiydi.” Oysa biliyoruz ki bu darbe, sermayenin ve İsrail’in çeşitli noktalarında yer aldığı bir girişimdi. Bizzat Ertuğrul Özkök, o süreçte cepten 200 milyon dolar harcadığını söylüyordu TV kanallarında. Okuyan’a göre Özkök bu harekâtın parçasıydı ve kendisine yoldaştı.

Bugüne yalan söylemek için gerçeğin çarpıtılması şart tabii. O günkü 28 Şubat’ın bugünün gericilikle mücadelesine bağlanması lazım. Yazı da öyle bitiyor zaten. Bu nedenle emekçi halkın, -kimse onlar?- o darbede saf, temiz Kemalistler olduğuna ikna edilmesi gerek. Bu işi de KP üstlenmiş görünüyor. Çevik Bir hamle doğrusu!

Sonra hayalî bürokratımız ayrıma gidiyor, Kemalizmi arındırmak adına. “Halk Kemalizmi-devlet Kemalizmi”. Solcular, sosyalistler, devlete ancak bu şekilde ikna edilebiliyor.

Bu ayrımı ilk kez sokakta Türk Solu dergisi satan gençlerden duymuş biri olarak, işkilleniyorum tabiatıyla. Burada tersten, zorlama bir işlem yapılıyor: CHP boşa düşürülmeye, saf, temiz Kemalizmin ancak “komünistlik”le tanımlı olduğu konusunda birileri ikna edilmeye çalışılıyor. Saf, temiz, ari bir kavramla maddî kitleleri harekete geçireceklerini sanıyorlar, buna da üstelik “materyalizm” diyorlar. “Atatürk iyiydi, çevresi kötüydü” iddiasına yaslanan bu yönelim, boşa kürek sallıyor. Dönüşmemiş bir kitleyi düşmandan ödünç alınca yol alınılacak zannediliyor.

Arındırma, temizlik işlemi “Türk-İslam partisi” denilerek ve Kemalizm bunun karşısına çıkartılarak yapılıyor. Oysa bu ülkenin Kürdü, Ermenisi, Alevisi Türk-İslam partisinin kurucusunun ve icracısının kimler olduğunu iyi biliyor. “Onlar Kemalist değildi” diyerek, bir şeyler aklanmış olmuyor. “Ak Parti o cenahın partisiyse, biz de CHP’nin akı olalım” deyince yol alınmıyor. Mesele, “AKP’nin solu” olmaya direnmekte.

Arındırma, aklama işlemi, Diyanet tespiti ile birlikte devam ediyor. Muhayyel bürokratımız, “MEB ve Diyanet’in devletin ideolojik aygıtı” olduğunu söylüyor. Ama aynı bürokratın “eski” yoldaşı Kurtuluş Kılıçer, Alevilere 2010’da şunları söylüyor:

“Diyanet, Osmanlı’dan kalan gerici yapıları kontrol etmek için kurulmuştur. Alevilerin bugün ne önerdiklerine bir de bu gözle bakmaları gerekir.”[2]

Yani Alevilere devletin ideolojik aygıtını sahiplenmeyi bu ülkenin komünistleri telkin ediyor. Osmanlı’nın devletini, bürokrasisini sürdürenlerin “geçmişten koptuk, siz de kopun” yalanını güncelliyorlar. Böylelikle Osmanlı devletine karşı isyan geleneği de kopartılmış, o bürokratların uhdesine teslim edilmiş oluyor. Onların yerini alınca o gelenek de devam etmiş olmuyor. AKP, bunun en sefil biçimini ifa ediyor.

Okurların bu düzmece haberle bir şeylere ikna edilmek istendiği açık. Her şeyden önce söylenen şu: “Kemalizm bizim temelimizdir, o kirletilmiştir, artık biz varız.” Ama buradaki “biz”, yoksulla, emekçiyle, ezilenle değil, bürokrat’la kuruluyor. Hayata o kafayla bakılıyor. Yani basın organlarında başına poşu ya da başörtüsü takınca o kitlelerle ilişki kurulmuş olmuyor. Bu yazı da anonim, hayali bürokratla konuşma üzerine kurulu güya, ama esasında örgütün bürokratlaştığını ve devletin ideolojik aygıtına dönüştüğünü ifşa ediyor.

İfşaat, “devlet Kemalizm’i terk etmiştir” cümlesinde yankılanıyor. Kraldan fazla kralcı olan bu tavır, Perinçek’e göre konum almayı siyaset yapmak zannetmekle de alakalı. Bu ekip, Perinçek’in soluna oturma derdinde. Fethullah’ın soluna ya da Perinçek’in soluna oturmak arasında fark yok; zira mesele, halkın kavgasında, onun yanında olmakta.

Olmayınca, bunların eski ağabeyleri, üstatları gibi, 12 Eylül öncesi gelen darbe konusunda “sağcı-faşist değil, Kemalist darbe, bize dokunmazlar, alkışlayalım” denilir. Bugün AKP üzerinden işleyen darbe buradan alkışlanır. Omuz verilir. Devlet Kemalizm’i terk etmedi. Onun menzilini ve ufkunu başka araçlarla genişletme yoluna gitti. Çünkü Rahmi Koç, “hem Batılı hem Ortadoğulu olmalıyız. Ortadoğu pazarına açılmalıyız” emrini ta seksenlerin başında vermişti.

Halkın kavgasında, onun yanında olunmayınca siyaset, üç-beş özel insanın devlet ve demokrasi noktasında özel yer kapma yarışı olarak görülür. Görünmek esas mesele hâline gelir. Koca koca örgütlerin şefleri, medyada görünür olmak için bu yüzden gazeteci etiketi edinir. Bu nedenle düzmece haberler yapılır. Halkın kavgası, yerin bir karış altında olduğu için, kıymetsizdir. Perinçek gibi kendisini Yargıtay üyesi bazen paşa, bu tip adamlar gibi bazen de bürokrat, DPT başkanı vs. zannedilir. “Bal” deyince ağız tatlanmıyorsa, devletten biri olduğunu zannedince de siyaset yapılmış olunmaz. Ama siyaset, sadece devlete ve burjuvaziye aitmiş, sadece onlar yapabilirmiş anlayışı, bu sayede pekiştirilir.

Özellikle sosyal medya alanında solun maalesef hali pürmelâli bu şekildedir. Sosyal medya, halkın kavgasından uzaklığın bahanesi, kılıfı, zırhıdır. Bir şeyler yapıyormuş gibi görünme imkânıdır. Artık sanki fotoğraf “çekinmek” için eylem yapılıyor gibidir. Poz kesmek, hesap kesmenin yerini almıştır.

Koç’tan medet uman, liberalizme de göz kırpan hayalî bürokratlarımız, bu solu yönettiği sürece halkın kavgası tutsaktır.

Bürokratımız, “Genelkurmay ile Koç’un arası çok kuvvetlidir ama savaş, orduyu Erdoğan’ın arkasına itiyor” derken orduyu aklamaktadır. Kemal Okuyan, muhtemelen partisi adına açıktan söyleyemediklerini bu bürokrata söyletmektedir.

Onun laikliğinin gizli bir Kürd düşmanlığı barındırdığı açıktır. Ona göre ordu sütten çıkmış ak kaşıktır, Erdoğan’ın savaş arzusu, ne yazık ki onu Koç’tan uzaklaştırmaktadır. Demek ki Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi de bu yüzden kurulmuştur.[3] Söz konusu yanlış anlamayı düzeltmek, orduyu temize çıkartmak ve Kemalist kurguya AKP koşullarında halel getirmemek içindir.

Büyük laflar edip küçük işler yapanlardan da, küçük laflar edip büyük işlere soyunanlardan da işkillenmek elzemdir. Sözünü ve eylemini halkın kavgasında dövmeyen, düşmana teslim olmanın fırsatını kolluyordur.

Kaypakkaya’nın ölümünden sonra yoldaşları bir broşür yayınlar. Broşürde Perinçek’in ve Kaypakkaya’nın 12 Mart savunmaları birlikte verilmektedir. Orada bir not düşülür. Mealen şu söylenmektedir: “Perinçek’in babası başsavcı ve AP’lidir, o, babasının yolundan gitmiş, hep buradan yürütmüştür siyasetini.” Kaypakkaya ise halkın evladı, onun kavgasının neferidir. Ölçüyü bürokratlıktan, başsavcılıktan çekenlerin akıbeti bellidir.

Eren Balkır
8 Mayıs 2016

Dipnotlar:
[1] “SoL’dan Çok Tartışılacak Röportaj”, 9 Mayıs 2015, Sol.

[2] “Alevilerin Dünü, Bugünü ve Yarını Tartışıldı”, 23 Aralık 2010, Sol.

[3] Eren Balkır, “GKAH”, 28 Şubat 2016, İştirakî.

0 Yorum: