PKK
en son bu denli ilgiye Türk devletine karşı Kürdlerin kendi kaderini tayin
hakkı için verdiği savaşa tanık olan doksanlarda mazhar olmuştu. O dönemde
PKK’nin ideolojik referansları tümüyle Marksist-Leninistti. Solun belirli bir
kesimi Üçüncü Dünya’daki ulusal kurtuluş mücadelelerine dönük vurguları
üzerinden örgüte destek verdi.
Liberter
sosyalist ve anti-Stalinist akımlara şüpheyle yaklaşılıyordu. Bu akımlar
genelde partinin milliyetçi yönelimine ve anti-demokratik niteliğine işaret
ediyor, Öcalan’ın ölümle sonuçlanan tasfiye faaliyetleri üzerinde duruluyordu.
PKK’nin öğretmenler ve devlet yanlısı korucuların aileleri gibi sivillere
yönelik şiddeti de tartışmalara sebep oluyordu.
Ama
zaman değişti, görünüşe göre PKK de.
Lenin’den Bookchin’e
“Yeni
PKK”ye hayran olanlar, bilhassa anarşistler ve liberter sosyalistler arasında
PKK’nin dönüşümüne dair ortak bir anlatıya yer veriliyor. Bu anlatıya göre,
seksenlerde ve doksanlarda gerilla savaşına öncülük eden Stalinist bir parti
olarak PKK Türkiye’de zulüm gören Kürd azınlık arasında gerçek bir desteğe
mazhar oldu, Kürd halkı partiyi kendisinin müdafisi olarak görüyordu, ama
ulusun kendi kaderini tayin hakkı hedefi kurtuluş için yetersiz kabul
ediliyordu.
Dahası
PKK kendisini gerçek manada özgürleştirici bir güç hâline gelmesine mani olacak
yollara girdi: zira parti öncücüydü, otoriteryan bir yapıya sahipti ve devlet
iktidarının ele geçirilmesini kurtuluşa denkliyordu. Bu tür kusurların elini
kolunu bağlaması sebebiyle PKK’nin mücadelesi doksanların sonunda durma
noktasına geldi, sonrasında da Öcalan 1999’da devlet tarafından tutuklandı.
Bu
anlatıya göre, gelgelelim hapse girer girmez Öcalan Marksizmin, Leninizmin ve
ilk PKK projesinin hatalarıyla yüzleşmek zorunda kaldı. Marksist-Leninist
kitapların ötesine geçerek, kurtuluş vizyonu üzerine tefekkür etti ve
partisinin kusurlarını aşacak tümüyle yeni bir dünya görüşü formüle etti.
Bu
girişim dâhilinde en fazla adı geçen, Öcalan üzerinde önemli bir etkiye sahip
olan isim ABD’de yaşayan, liberter sosyalist Murray Bookchin’di. Eskiden
Marksist olan Bookchin sonrasında kendisine ait toplumsal değişim teorisini
geliştirmişti. Bu teori, sermaye birikimi ve ondaki sonsuz büyüme zorunluluğu
ile çevre arasında yaşanan çelişkiyi kapitalizmin merkezî çelişkisi olarak
tanımlıyordu. Bookchin’e göre, ekosistemi kurtarma mücadelesi doğası gereği
antikapitalist bir dinamiğe sahipti ve dünyadaki sömürülenleri ve ötekileri
birleştirebilirdi.
Bookchin’in
post-kapitalist vizyonu köklü bir biçimde minimalize edilmiş bir toplumu
öngörüyordu. Buna göre, söz konusu toplum özerk, ekolojik açıdan sürdürülebilir
belediyeler etrafında örgütlenecekti. Komün adı verilen bu belediyeler büyük
şehirlerin yerini alacaktı. Bookchin’in kanaatine göre, büyük şehirler çevre
için bir tehdit, doğrudan demokrasi için bir engeldi.
Bu
toplumu meydana getirmek için Bookchin politik eylemle yarını önceden kafada
kuran pratiğe dayalı örgütlenmeden oluşan bir bileşkeye vurgu yapar. Daha iyi
bir toplumu muştulayacak demokratik birlikler ve kooperatifler gibi yapılar
şimdi ve burada oluşturulmalıdır. Politik eylem ve bu türden deneyler toplulukları
dâhilinde sıradan insanları yetkilendirip güçlendirmeye başlayacaktır.
Yaygın
anlatıya göre, PKK’nin hatalarına dönük bilançosu ile hedeflerini “demokratik
konfederalizm” denilen benzer türde bir liberter sosyalizm hedefine yönelmeye
karar vermiş olan Öcalan’ın bu çizgiye kazanılması birçoklarının ilgisini
çeker.
O
dönemde Öcalan’ın avukatları onun görüşlerini PKK’yle paylaşır. Örgüt bu
görüşleri benimser ve örgütün teorisiyle pratiğini reforma tabi tutar. Hikâyeye
göre bugün PKK geniş manada Kürd hareketi genelinde Öcalan’ın
liberter-sosyalist vizyonunu yaymaya vakfedilmiş bir tür düşünce kuruluşu, daha
kapsamlı bir kurtuluş mücadelesinin ideolojik merkezidir. Devletin silâhla ele
geçirilmesi fikri yerini sivil toplum dâhilinde, geleceği bugünde kuran
yapıların inşa edilmesine odaklanan bir hedef almaktadır.
Geleceğe Dönüş
Geçmiş
deneyimlere dair makul bir değerlendirme sunan, insanî özgürleşme hedefine
sadık kalırken bir yandan da gerçek değişiklikler yapmaktan korkmayan tutsak
bir devrimciye dair bu hikâyenin belirli bir romantik cazibesi olduğunu kabul
etmek gerek. PKK’nin bahsedilen, dogmatik “Marksizm-Leninizm”den liberter
sosyalizme kayışıyla ilgili değerlendirmeler, yirminci yüzyıl sosyalizminin
devlet ve partiye hatalı bir biçimde itimat etmesi sebebiyle yenildiğine dair
yaygın kabul gören görüşü yankılamaktadır.
Ne
var ki PKK’deki evrim başka bir şekilde de yorumlanabilir. Böylesi bir yorumda
kopuşlardan çok sürekliliklere vurgu yapılacaktır. Bu yaklaşım dâhilinde bugün
“eski” PKK’nin terk edilişini ifade eden ’“demokratik konfederalizm” fikri bir
kopuş olarak değerlendirilmemektedir.
Bu
noktada toplumsal değişime dair mevcut vizyonun merkezî unsuru olan PKK’deki
kadınların kurtuluşu anlayışına bakılabilir. Kadınların kurtuluşu meselesi
çoğunlukla Öcalan’ın “liberter-sosyalist yönelim”i ile birlikte ele
alınmaktadır, oysa bu mesele esasen ilgili yönelimi önceler.
PKK
gerilla hareketi olmaktan çıkıp bir kitle hareketi hâline gelmesiyle kadınların
mücadeleleri de doksanlarda öne çıkar. PKK’nin bu genişlemesi bir dizi
toplumsal ve kültürel örgüt dâhilinde etkisini gösterir, sonuçta partiye daha
fazla kadın katılır. Ta doksanlarda gerillanın üçte biri kadındır.
1994’te
(sonrasında Kürdistan Özgür Kadınlar Birliği adını alacak olan) Kürdistan Özgür
Kadınlar Hareketi kurulur. PKK sadece kadınlardan oluşan birlikler kurmaya
başlar. Bunun kısmî nedeni birçok erkek gerillanın kadın komutanlardan emir
almayı reddetmesidir. Bazıları ise kadın birliklerinin artık içselleştirilmiş
olan, kadının itaatkâr ve hizmetkâr olması anlayışından kopulmasına katkı
sunacağını umarlar. Bugün kadın ve erkeğin bir arada olduğu PKK gruplarında
cinsiyet kotası zorunludur. Lider kadronun yüzde kırkının kadın olması gerekir,
öte yandan yönetsel görevlerde eşbaşkanlık uygulaması mevcuttur.
PKK’deki
kadınlar bu politikalar üzerinden Öcalan’a itibar ederler. Bir kadın gerillanın
ifadesiyle:
“Biz kendi tarihimizden
çok uzaktık ve hep baskıya maruz kaldık. Hareketin bir lidere muhtaç olmasının
sebebi bu. Toprağa gömüp üzerimize beton dökmüşlerdi, oradan çıkamıyorduk.
Başkan Apo o betonu çatlatan kişi. O asfaltı delen çiçek. O bize umut verdi.
[…] Kadınlar olarak sahip olduğumuz kişisel özgürlüğü bize gösteren Başkan
Apo’dur.”
Öcalan’daki
kadınların kurtuluşu anlayışını biçimlendiren, neolitik anaerkil geçmişe ait
mitler. Bu anlayışa göre, söz konusu geçmişin yerini sınıflı toplum ve ilk
devletlerin oluşumu almış. Öcalan’a göre, bu zulmün kökeni nesilden nesle
aktarılan, kadınlarca içselleştirilen ataerkil davranışlarda. Onun ifadesiyle, söz
konusu görüşleri aile aktarıyor. Bu aktarım bilhassa erkeklik onuru ve kadın
bedeni üzerindeki kontrole dair anlayışlar üzerinden sağlanıyor. Kurtuluş ise
bu anlayışların terk edilmesi ile mümkün.
Öcalan’ın
Kürdlerin ulusal kurtuluşuyla ilgili fikirleri kadınların kurtuluşuna dair
fikirleriyle örtüşüyor, ayrıca idealize edilmiş, antik geçmişe geri dönüşü ön
plana alıyor. Bu neolitik geçmişte kadınlar sadece özgür değillerdi, ayrıca bir
bütün olarak Kürdler eşitlikçiydi, özgürlüğe âşık bir halktı. Devletlerin ve
örgütlü dinin doğuşu ile birlikte Kürdler kendilerine denk düşen kimliğe
yabancılaştılar ve Öcalan’ın “Kürd zihniyeti” dediği şey bozuldu. Bugünkü
sorunların izlerini bütünüyle bu ilk işlenen suça dek izlemek mümkün.
Doksanlardaki
PKK de Kürd tarihine sık sık atıfta bulunan bir yapıydı. O dönemde Öcalan
“binlerce yıllık anavatan”ı korumanın Kürdler için en yüksek onur ve yegâne
görev olduğunu söylüyordu. O günlerde PKK alabildiğine milliyetçiydi. Öcalan’ın
iddiasına göre, vatanseverlik üzerine kurulu olmayan bir “insanlık anlayışı en
ağır suç”tu.
Daha
yakın zamanda ise Öcalan tarihdışı ulus ve devlet anlayışlarını eleştirerek
bunların toplumsal yapılar olduğunu söyledi. Gelgelim süreç içerisinde sabit
kalan husus ise PKK’nin mücadelesinin “hakiki Kürd kimliği”nin ifade edilmesi
için verilen bir mücadele olduğu fikri. Bu hedef, geçmişte ulusun kendi
kaderini tayin hakkı ve devlet inşası bağlamına oturtulurken, bugün ütopik bir
neolitik geçmişin diriltilmesi olarak takdim ediliyor.
Söylemin
değişmesine karşın Öcalan hâlâ tarihötesi Kürd kimliğinin varlığı üzerinde
ısrarla duruyor. 2011’de şunları yazıyor: “Bugün Kürdlere ve toplumlarına
atfedilen vasıf ve özelliklerin büyük bir kısmı bizim Kürdistan dediğimiz,
bölgede, Kafkas dağlarındaki Neolotik topluluklarda zaten mevcuttu.”
Öcalan’daki
kimliklere dair bu özcü bakış, ister Kürdlerden isterse kadınlardan bahsetsin,
ondaki “yönelim” dâhilinde çok az değişime maruz kalıyor. PKK’ye göre
“kadınlar” özgürleşme sürecinin merkezinde duran toplumsal özne ve klasik
Marksizmde proletaryanın oynadığı role benzer bir rol oynuyor. Evrensel
düzlemde ezilen özne olarak kadının özgürleşmesi evrensel özgürleşmeyi şart
koşuyor. Öcalan’a göre bir zamanlar işçi sınıfına tahsis edilen “rol bugün
kadınlar tarafından oynanıyor.”
Gelgelelim
kadın kategorisinin kendisi sorgu dışı tutuluyor. Öcalan’a göre kadınlar
erkeklere kıyasla biyolojik açıdan daha tutkulu ve daha etkili, ayrıca daha
fazla “duygusal zekâ”ya sahip. Kadınlık annelikle bağlantılı; kadınlar “bizzat
hayata sahipler”, bu nedenle erkeklere kıyasla doğaya daha yakınlar.
Bu
anlayış doğalında kadınların kurtuluş mücadelesinin ona denk düşen münferit,
tekil bir ideolojiye sahip, homojen bir kategori olarak görülmesine neden
oluyor. PKK’nin kadın partisi Özgür Kadınlar Partisi’nin ifadesiyle,
“kadınların kurtuluşu ideolojisi, sağcı-solcu, önceki tüm dünya görüşlerinin
alternatifidir.”
1999’da
Öcalan’ın tutuklanması PKK içerisinde karışıklığa neden oldu. Birçok destekçisi
ve üyesi yakalanması sonrası Öcalan’ın açıklamaları ile şok geçirdi. Mahkemede
şunları söyledi:
“Hayatımı iki vaade bağlı
kalarak sürdürmek istiyorum; demokrasinin, barışın ve kardeşliğin tam manasıyla
gerçekleşmesine hizmet etmek istiyorum. Devletin niyetlerinin de bu yönde
olduğuna inanıyorum. Ayrıca PKK’nin silâhlı mücadeleye son verdiğini görmek istiyorum,
kendimi bu hedefe adamak niyetindeyim. Devlete karşı olmayan, yasal statüyü
yeterli gören bir PKK istiyorum.”
Öcalan
PKK’nin Türkiye’yi bölmek istediğine dair görüşlere itiraz etti ve Kürdlerin
reforma tabi tutulmuş bir Türkiye Cumhuriyeti’nde özgürce yaşayabileceği hususu
üzerinde ısrarla durdu. O “ağaların, şeyhlerin ve aşiretlerin savaşı”nı
suçladı, bu savaşın Kürdleri Türk devletinden ayırdığını söyledi, Kürdlerin
ulusal zulüm gördüğü kanaatinden uzaklaştı.
Öcalan’ın
mahkeme salonundaki ifadeleri PKK programı ve kurucu belgeleri ile çelişiyordu.
Geçmişte PKK bağımsızlık yerine Kürd özerkliğini isteyenleri hainlikle
suçluyordu.
Doksanların
başında Öcalan “özgür Kürdistan”dan bahsederken, Türkiye içerisinde “tam
eşitlik” temelinde oluşturulacak Kürd özerkliğinin muhtemel olduğunu söylemeye
başladı. Artık Kürd ulus-devleti üzerinde durulmuyordu.
“Özgürlük”
Kürd kimliğinin ifade edilebilmesi ve “gerçek Kürd kimliği”nin oluşturulması
demekti. Yakalanması ardından PKK’nin hedefinde daha önce tanık olunmamış bir
değişikliğe gidildi ve şöyle söylendi: “Kürd sorunu özünde ifade özgürlüğü ve
kültür meselesi olarak görülebilir.” Hayal kırıklığına uğrayan binlerce insan
hareketi terk etti, yeni hattı takip etmeye karşı çıkanlara hain ve ajan
denilerek saldırıldı.
Hapisteyken
Öcalan “Kürd özgürlüğü” fikri üzerine yeniden bir çalışma yürüttü. Artık bu
fikir “demokratik konfederalizm” hedefi ile ilgiliydi. Bookchin’in görüşlerini
ödünç alan Öcalan artık hedefine ulaşmak için devletin yıkılması veya ele
geçirilmesi gerektiği fikrini reddettiğini söylüyor ve özgürlükçü hareketlerin
devlet iktidarı peşinde koşmaktan vazgeçip kurtuluşa, devleti ezmeden ama onu
süreç içerisinde yüzeysel kılarak, sivil toplum yoluyla ulaşılmasına
odaklanmaları gerektiğini iddia ediyor. “İnsanlar devlete ihtiyaç
duymadıklarını anladıklarında” devletin de yavaş yavaş sönümleneceğini
söylüyor.
Öcalan’ın
yakalanması sonrası görüşlerini değiştirdiği kesin, ancak yaygın anlatının
iddiasına göre açık, net bir kopuşun yaşandığı söylenemez. Daha yakalanmadan
önce Öcalan Marksist-Leninist PKK ile bağlantılı kavramları terk etmeye
başladığını ifade ediyor. Seksenlerde PKK hedefini “bağımsız, sosyalist
Kürdistan” olarak beyan edip sosyalizm anlayışını genel hatlarıyla Sovyetler
Birliği ve Çin örnekleri üzerine kuruyor. Ama parti sosyalizm vizyonunu sonraki
on yıl içerisinde yeniden tanımlıyor.
Daha
1993 yılında Öcalan PKK’nin “bilimsel sosyalizm”i tartıştığı dönemde Marksizme
değil, “devletlerin, ulusun ve sınıfların çıkarlarını aşan” kendi özgül sosyalizmine
bakmaya başladığını söylüyor. PKK’nin yeni sosyalizmi sosyo-ekonomik bir
sistemi bile ifade etmiyor, daha çok mücadele üzerinden oluşturulacak olan,
diğerkâm, cesur ve vatansever “yeni insan”ın yaratılmasının adı olarak ele
alınıyor.
Ulusal
kurtuluşun gölgesinde kalan toplumsal ve ekonomik özgürleşme bu nedenle geri
plana çekiliyor. Son yazılarında Öcalan toplumsal ve ekonomik meselelere
nadiren değiniyor ve “alternatif bir ekonomik, sınıfsal ve toplumsal yapıyla
ilgili meselelerin pek bir anlam ifade etmediğini” söylüyor. Ondaki sosyalist
toplum vizyonu herkese iş, sağlık hizmeti ve eğitim sunan sağlam bir refah
devleti ile sınırlı.
1996’daki
bir mülâkatında Öcalan kendisinin savunduğu sosyalizm türüne örnek olarak
Almanya’yı veriyor.
Gökten Kurtarıcı Gelmeyecek
PKK
ne eski programını kaldırıp attı ne kolektif bir tartışma süreci üzerinden yeni
hedefler benimsedi ne de kendisine dair bir benlik telakkisi edindi. Bunun
yerine parti liderleri sadece Öcalan’ın direktiflerini uygulamakla yetindiler.
Seksenlerde
Öcalan PKK’nin tartışmasız lideri oldu. PKK programına karar verilen kongreler
tertipledi, ama Öcalan tüm bu türden mekanizmaların üzerindeki konumunu
muhafaza etti. O, kadroların liderlik konumlarına kendisine sadakatlerini
göstermek suretiyle geldiği bir örgüt inşa etti.
PKK’de
Öcalan’a itaat etmek insanın kendisini Kürdlerin kurtuluş davasına
vakfetmesiyle eşanlamlı. Buna karşı çıkanlar tasfiye edildiler. Diğer parti
liderleri meşruiyetlerini Öcalan’ın onayına borçlu, bu onay yoksa onların konumlarını
kaybetmeleri muhtemel. Hapishanede bile ondaki iktidar olduğu gibi sürdü.
Suriye,
Irak ve İran’daki kardeş yapılarda olduğu gibi PKK KCK’nin bir parçası. KCK
içinde PKK “ideolojik cephe”den sorumlu. Onun görevi “başkanın ideolojisini ve
felsefesini uygulamak” olarak tarif ediliyor. Her KCK üyesi PKK’nin ideolojik
ve etik değerlerini temel almak zorunda.
Kürd
mücadelesinin kimilerini cezp etmesinin haklı gerekçeleri var, militanların en
kötü koşullarda gösterdikleri bağlılığın şüphe götüren bir yanı yok. Ama
PKK’deki onca övülüp durulan dönüşümün pek yeterli olmadığını görmek gerek.
Sıkça dile getirilen varsayımın aksine, parti otoriter Leninizmden liberter
sosyalizme geçişin net bir örneğini sunmuyor.
Öcalan’ın yakalanması, PKK’nin “paradigma değişimi”
dediği şeyin öncesinde ve sonrasında, partinin esas olarak üzerinde durduğu
husus hiç değişmedi: Öcalan “önderlik”tir. Oysa kurtuluş tek bir liderin sağa
sola hareketlerini takip ederek gerçekleşemez. Kurtuluş dünyada görmeyi
arzuladığımız radikal demokrasiyi muştulayan, kitle örgütlerine dayanan
kolektif bir mücadeleye ihtiyaç duyar.
Alex de
Jong
18 Mart 2016
18 Mart 2016
0 Yorum:
Yorum Gönder