26 Mart 2016

, ,

Aptalların Antifaşizmi


Birine “faşist” demek, tanımlarla ilgili, ileriye dönük, nadiren görülen bir tartışmayı davet eder. Mussolini ve Hitler bile yaptıkları konusunda müşterek bir teoriye sahip değilken, “faşizm” kategorisi Baasçılık, IŞİD hatta Donald Trump’ın beyaz milliyetçi hareketinin yükselişini kapsayacak şekilde genişletilmektedir.
Bu örnekler, ne ulusun yeniden doğuşu, ekonomik korporatizm ya da silâhlı genişlemecilikle ilgili klasik temaları ile bağlantılı ne de faşistlere ait özel alana atıfta bulunuyor. O eski güzel günlerinde İngiliz liberalizmi bile milyonlarca insanı öldürdü, toplama kampları kurdu, ama bunu tartışan bile yok. Ama medyadaki hâkim politik söylem dâhilinde “faşist” tabirinin kullanımı, olağan hâliyle, kurallara saygı duymayan bir zorbayı ifade ediyor. Bu tabirin bu kadar sıklıkla kullanılması bize, belirlenen hedeften çok, bir kişinin suçlanması gerektiğine dair bir şeyler söylüyor.
Her şeyin ötesinde faşizmin devreye sokulması, dış tehdide karşı birlik talebi doğrultusunda herkesin köklü bir geçmiş üzerinden silâhaltına alınmasını ifade ediyor. Churchill’in Nazizmi yatıştırmayı reddetmesine dair o abartılan hikâye, bugün hâlâ birçoklarına emperyalist macera konusunda gerekli meşruiyeti sunuyor. Bu noktada günümüzün Hitler’leriyle savaşılması (Milosevic, Saddam Hüseyin, Kaddafi vd.) gerektiği söyleniyor, hedef aldıkları isimleri teslim almak için onların bombalanması gerektiği iddia ediliyor. Sonuçta ne elde edeceğimizin bir önemi yok, zira Naziler geliyor. Bugün antifaşizme dönük başvurular, aynı zamanda ABD’deki başkanlık adayları arasındaki sert tartışmalarda da karşılık buluyor.
Trump’ın muhaliflerine kıyasla daha berbat bir ırkçı ve milliyetçi değil de bir “faşist” olarak takdim edilmesi, Hillary Clinton’ı sevenlerin, kamusal hayatta ılımlılığı ve demokratik değerleri savunan yüce gönüllü insanlar olarak sunulmalarını sağlıyor. En kibar ifadeyle bu terimler, Clinton’ın hanedanlığının aday olma süreci ile ilişkilendirilmiyor, “barbarlığa karşı statüko” yarışında #ReadyforHillary [Hillary’ye Hazırız] başlıklı etiket öne çıkartılıyor.
Dylan Riley, yerinde bir tespitle, Cumhuriyetçi Parti’nin adayına “faşist” demeyi “örtük manada histerik bir ehveni şercilik” olarak nitelendiriyor. Burada Demokrat Parti adayının arkasında, hangi platformda olursa olsun, azami birliğin sağlanmasına yönelik bir çağrı yapılıyor. Bu, esasen tasfiyeyi amaçlayan bir program, toplumsal değişim hareketlerini oy toplama faaliyetlerine dönüştüren bir girişim.
Elbette bu girişimin neden işleyebildiğini görmek kolay. Medya, hâlihazırda Trump’ı durdurmak için Kasım ayında siyah, kadın ve genç seçmenlerin oldukça yüksek bir katılım göstereceğini tahmin ediyor. Haklılar. Eğer Clinton Demokrat Parti’nin adayı ise, o esasen iki kötü içerisinde daha az kötü olanı. Onun idaresi Trump’ın idaresine kıyasla ırkçı polisleri daha az heyecanlandıracak işler yapacak, muhtemelen daha az ekonomik kaosa yol açacak. Onun destekçileri yürüyüşleri esnasında siyahları dövmeyecek.
Ama asıl çirkin olan, peşinen belirli bir mesaj disiplini talep etmek için bu olgulara başvurulması. Sanki Sanders’ın adaylığı ya da Clinton’ın ırk, Ortadoğu’da yaşanan çöküşteki aktif rolü veya aşırı zenginlere utanmak nedir bilmeksizin hizmet etmesi ile ilgili berbat bir sicile sahip olmasına dair tartışma, Trump’a vurulması konusunda tüm ilerici güçlerin harekete geçtiği günlerde, yersiz. Siyahların Hayatı Önemlidir ve yüzde bire karşı hareketin mevcut olduğu, şirketlere dayalı liberalizmin savunulduğu koşullarda, Clinton’ın antifaşizmi gülünç.
Tüm anketler, Sanders’ın Trump’la daha iyi başa çıkacağını göstermesine karşın, ehveni şerci antifaşizmin eski dışişleri bakanı arkasında toplanma çağrısı, özel bir biçimde gerçekleştiriliyor. Diyorlar ki “onu istemediğinizi biliyoruz ama başka seçeneğiniz yok, zira merkez sağ seçmenleri sadece ondaki mükemmelen işleyen ılımlılık mağlup edebilir, faşizmin tek alternatifi odur.”
Cumhuriyetçiler arasında bile paralel bir dinamik işliyor bugünlerde. Partideki asilzadeler, müesses nizama daha uygun bir aday olarak Ted Cruz arkasında toplanıyorlar. Cruz, Trump’taki kadın düşmanlığı ve ırkçılığa en yakın, tek sima olarak takdim ediliyor. O, Trump’ın aşırı sağcı gömleklerinin bir kısmını çalma konusunda özel bir misyona sahip.
Ehveni şercilik, tüm politik tayfı daha az kötüye doğru kaydırıyor veya ikinci en kötünün sizin antifaşist dostunuz olarak takdim edilmesine katkı sunuyor. Cumhuriyetçi rakipler, Trump’ın demagojik yöntemlerine öfke kussalar da hepsi birden kampanya süresince sağa çekildiler, Cruz bile Meksika sınırına duvar örülmesi talebini dillendirdi.
Bu nedenle Clinton Demokrat Parti’nin adayı olabilirse, merkezi veya merkez sağı gözüne kestirecek. Trump karşıtlığı, ona Sanders hareketine geçmişte verdiği tüm tavizleri geri alma konusunda mükemmel bir bahane sunacak. Hep o yozlaşmış müesses nizamın içinde olagelmiş, teröre karşı savaş sürecinin lideri (Suriye’ye yönelik felakete yol açan saldırının savunucusu) olarak Clinton, böylelikle ılımlılığın ve ihtiyatlılığın safında yer alan biri hâline geliyor.
Trump’ın klasik faşizme benzer alanlara oynaması, müesses nizam dâhilindeki ehveni şerciliğin tehlikelerini daha fazla ifşa ediyor olması, gerçekten tuhaf. Öncelikle Hillary gibi seçkin bir ismin başkan olması, aşırı sağın onun müesses nizam karşıtı sesi kendisinin temsil ettiğine dair iddialarını besleyecek, bu iddia, işçi sınıfına ve yüzlerine bakılmayan Amerikalı köylülere solcu-popülist bir alternatif sunmaya dönük herhangi bir adaya ait her türden istek üzerinden temellendiriliyor. Esasında mevcut kampanyanın en çarpıcı yönlerinden biri, Trump’ın yoksul beyazlar arasında başarılı bir ajitasyon çalışması yürütüyor olması. Sanders’ın destekçilerinin yaklaşık yüzde onu ise milyarderler adına Clinton’a oy verme tehdidinde bulunuyor. Ayrıca faşist tehlikeyi karşılamak adına sağa kaymak, daha fazla yoksulluğu, ırksal azınlıklara daha fazla saldırıyı, ayrıca ülke içinde ve dışında daha fazla şiddeti ifade ediyor.
Esasında tarih, köklü burjuva seçkinlerin en açık faşist formu dâhilinde bile, aşırı sağ popülizm karşısında solun müttefiki olmadığını ortaya koyuyor.
Alman sosyal demokratlar, 1932’de Hitler’i durdurmak için muhafazakâr milliyetçi Paul von Hindenburg’a oy atıyorlar, komünistleri ezmek için kendi polis güçlerini kullanıp seçimlere soktukları adaylarını geri çekiyorlar; seçimi Hindenburg kazanıyor, bir yıl sonra da Hitler’i şansölye atıyor. Mussolini tüm politik seçkinleri suçlayan bir dile başvuruyor, yüksek sesle, övüngen bir dille “sözün değil eylemin teorisi”nden bahsediyor. Onu müesses nizama dâhil etmeleri mümkün iken, liberaller Mussolini’nin ilk hükümetine oy veriyor ve böylelikle onun başında olacağı yirmi yıllık rejim başlamış oluyor.
Amerika’ya faşizm gelmiyor, ama eğer Clinton Kasım’da başkan olursa gerçekleşmesi muhtemel. Asıl tehlike, Fransa’daki mevcut durumun ABD’de gelişmesi: Fransa’da aşırı sağ müesses nizama karşıt tek güç hâline geliyor, sola destek veren işçi sınıfını içine çekiyor, öte yandan liberal seçkinler kulübü ise cumhuriyetçi meşruiyeti savunuyor.
Müesses nizam, popülist fırtınayı dindirmek için daha sert göçmen karşıtı tedbirler alıyor, sokaklarda ırkçılık besleniyor, aşırı sağ muhalefeti giderek tekeline alıyor. Tüm bunların güvencesizlik ve şiddet karışımı zehirli bir bileşke ile sonuçlanması mümkün. Sonuçta aşırı sağcı popülizmdeki yükselişi seçkinlerin gülünç antifaşizmi besliyor.
David Broder
21 Mart 2016

0 Yorum: