Bu açıdan “AKP darbesi”nden söz etmek yersizdir.
Bu ifadeyle, olağan seyrinde işleyen bir demokrasiye önsel bir ulvilik
bahşedilmekte, AKP’nin bir maraz, sapma olarak zuhur ettiği düşünülmektedir.
AKP, burjuva düzenin olağan bir tezahürüdür. Bir açıdan bakılırsa, 1919-22
momenti göz önüne alındığında, Ankara’nın ortasındaki, o girmek için uğraşılan
meclisin kendisi, putsch’tur.
Putsch, bu düzende kuraldır. Sınıflar mücadelesi dâhilinde
egemenler, devleti çeşitli biçimlerde işletmek zorundadırlar. “Ani müdahale”,
“hızlı darbe” manasına gelen putsch sözcüğünün
“darbe”yi de karşılayacak şekilde kullanılması, kimseyi şaşırtmamalıdır. Darbe,
her daim ezilenin-sömürülenin kolektif mücadelesinedir. O mücadeleyle ilişkisi
olmayanlar, darbenin sadece kendisine indiğine, onun geçici bir maraz olduğuna
inanırlar.
Putsch düzeninde yukarı çıkanlar varsa bilinsin ki putsch oldukları içindir. Bir dönem 28
Şubat sürecinde harp akademilerinde ders verenlerin, Seyyid Kutub’un
vurgusuyla, secdeye varan alınları kimseyi kandırmamalıdır. Bu düzenek ve
işleyişte en genel hâliyle devlet, bu tür kadrolarını devreye sokar, işlerini
gördürür, sonra seccadeyi yırtıp atar.
Erdoğan, tüm bu gerçeklerden bağımsız bir biçimde,
kendisi gibi özel bir ideolojiyle yüklü özel birey olarak
değerlendirildiğinden, ağzından çıkan sözlere havada asılı, özel anlamlar
yüklenmekte, bu sözler bağlam dışından okunmaktadır. Bu açıdan Erdoğan’ın
“Hitler Almanya’sı”na yaptığı vurgu, iç ve dıştaki basınç üzerinden egemenlere
yaranma, açık çek sunma yolu olarak görülmelidir. Erdoğan esasında gelip dayandığı
eşikte, “siz ne isterseniz ben o olurum” demektedir. Artık o, Sisi’nin eline
yapışan Mursi’dir.
ABD basınında, bilhassa eski CIA mensuplarının
Erdoğan eleştirilerinde, altmetin düzeyinde, yeni bir isim veya yapı arayışı
sırıtmaktadır. AKP’nin “başlangıç ayarlarına dönüş”ten bahsetmesi, olası bir
çöküşte kitlesini tutmaya dönük çaresiz bir hamleden ibarettir. NATO, CIA
çıkışlı metinlerle gönüllerini rahatlatan, tüm politik mücadeleyi bu odaklara
havale eden solcuların devletle düşündükleri açıktır.
“Tövbe etmek”, başlangıca dönmek demektir. AKP’nin
tövbe etmesi bile mümkün değildir. Bu açıdan Abdurrahman Dilipak’ın sözlerini
takip etmek gerekir. O, 28 Şubat sürecinde genelkurmaya çağrılmasıyla, sonra
MGK uçağında, üzerinde kamuflajla Diyarbekir’e gitmekle övünen bir isimdir. Bu
ismin bugün AKP’yi “ifsad”la, “yoldan çıkmak”la eleştirmesi de tabanın diri
tutulmasına dönük hamlenin bir parçasıdır. Onun “devletin Müslüman’ı” olmaktan
başka bir vasfı yoktur. Bu tip isimler, “Müslüman’ın devleti”ne karşı örgütlenmişlerdir.
Onlar, “Suyun yüzeyindeki tüm köpük
kenara itilir ve yok olur. Yeryüzünde geriye kalan, halkın yararına olan
olacaktır” [Ra’d: 17] kelâmına düşmandır.
Bugün sol, dinin memlekette erimesine sebep olduğu
için içten içe AKP iktidarından memnundur. Ne söyleniyorsa, ne yapılıyorsa
bunun dine bağlanması bu memnuniyetle ilgilidir. Asıl soru şudur: din gidince,
batının putperest dini galebe çalınca sosyalizmin geleceği mi zannedilmektedir?
Bebeğin banyo suyu ile birlikte çöpe atılması çözüm getirir mi? Fransız
Devrimi’ni güncelleyeceğini zannedenler, burjuva iktidarına hizmet ettiklerinin
farkındalar mı? İnsanların kendileri, kendi çıkarları dışında başkaları için,
başkalarıyla birlikte eyleme geçme ihtimali olarak din öldürülünce,
burjuvazinin tüketim ve haz dünyasına kul olunmayacak mı? Sosyalizm diye
bildikleri, bireysel rahatlama meselesi midir yoksa ezilenlerin-sömürülenlerin
kurtuluş bayrağı mıdır?
Batı, kucak açtığı solcular aracılığıyla devletin
“Türk ve Müslüman” olduğuna dair sözü kulaklara üflemiştir. Bu sözün
bedenlenmiş hâli olan örgütler, tüm siyasetlerini ve teorilerini bunun üzerine
kurmaktadırlar. Sezar’ın kurduğu Roma’da putların içi boşaltmış, halka ait ve
halka dair ne varsa budanmış, o putlar, devletin temel dayanağı olarak yeniden
düzenlenmişlerdir. Pratikte Sezar’ın dine ihtiyacı yoktur, dinsiz ve özgürdür.
Türk devleti de Türkmen kavimler ve Müslüman cemaatler dışıdır, onlara karşıt
bir yapı olarak tesis edilmiştir. Ruhundan arındırılmış “Türk” ve “Müslüman”
putlarının gerçek Türk’le ve Müslüman’la bir bağı, rabıtası yoktur. O putlar, o
Türk’e ve Müslüman’a düşmandır.
Bugün solun aklı ve pratiği, putların katlettiği
ne varsa, ona karşı çıkan bir işleyiş içerisindedir. Onun Ermeni, Hristiyan,
Alevi vs. gibi derdi yoktur. En az Müslüman kadar Alevi ve Hristiyan’a da
karşıdır. Kürd hareketi, sırf “pişmiş armut” görüldüğü, hazır bir kitleyi
elinde tuttuğu için kıymetlidir. Onun derdine yoldaş olmak gibi bir erdeme bile
rastlanmaz. Sadece egemen burjuva devletinin her şeyden münezzeh ve her şeyden
ari yapısıyla çeşitli düzeylerde ilişki kurduğu için, onun özgürlüğüne ve
serbest hâline öykünmeye çalışmaktadır. Tüm kimlikler, bu öykünme ve özgürlük
arayışı dâhilinde sadece istismar edilmektedirler. Liberal ya da muhafazakâr,
egemenlerle tüm ortaklaşma biçimleri, sol içerisinde çeşitli yollardan açığa
çıkmaktadır.
Devlet kitleden korkuyorsa, sol da korkuyordur.
Devlet dayandığı putları tuz buz edecek ruha karşıysa, sol da o ruhu yok etmek
için uğraşır. Dolayısıyla sol, devlete ve egemen güçlere karşı mevzi örmez,
sadece kendi rakibi olan sol örgütlere laf yetiştirmek, kendisine propaganda
yapmakla zaman geçirir.
AKP öncesinde devlet üç kolunu, liberal,
milliyetçi ve sol payandalarını devreye sokmuştur. AKP, bu payandaların
tekleştirilmesi demektir. Solun tek bir yumruk olamaması, onun devrimden uzak
durması ile ilgilidir. Onun için devrim değil, mikro alanlarda mikro devlet
olmak önemlidir.
Mesele, kâhin veya müneccim olmak değildir. Bir
ayaklanma, devrimci durum vs. olacaktır. Demek ki mesele, ona hazırlanmak, ona
örgütlenmektir. 2013 Haziran’ı böylesi bir hâldir. Sol, böylesi bir duruma
hazırlanmadığını, ona örgütlenmediğini ispatlamıştır. Haziran, bundan sonrasına
dair önemli notlar düşmüştür.
Bugün putsch düzeninde diyanet fetvasıyla meşgul olmak, nafiledir.
Belirli bir kitlenin laikliğin önünde diz çökmesinde sevinilecek bir yan
yoktur. Laiklik misak-ı millidir, ulus-devlettir, burjuvazinin iktidarının kaim
kılınmasıdır. Burjuvaziyi kapitalizm öncesine, feodalizme ait gizli güçlerin
saldırısından korumak, solun görevi değildir. Burjuvazi öncesine ait,
olumlu-olumsuz ne varsa kendi iktidarına örgütlemiştir. Devrime burjuvazinin
koltuğu altında, eteğine tutunarak yürümek, mümkün değildir.
Eren Balkır
9 Ocak 2016
0 Yorum:
Yorum Gönder