27 Kasım 2015

,

Genç Ho Chi Minh

Yetmiş yıl önce, 2 Eylül’de, liderliğini Ho Chi Minh’in yaptığı Vietminh Hanoi’de Demokratik Vietnam Cumhuriyeti Bağımsızlık Deklarasyonu’nu yayınlar. O güne dek Ho Batı’nın pek bildiği bir isim değildir, ama altmışlarla birlikte onun ismi tüm dünyada göstericilerin attığı sloganlarda yankılanmaya başlanır. Ho Chi Minh, Üçüncü Dünya’nın kolektif iradesinin ve Amerikan emperyalizmine kafa tutma becerisinin bir sembolü hâline gelmiştir.
Nguyen-Ai-Quoc olarak bilinen Ho Chi Minh eğitim imkânından istifade etme imkânı bulur. Kendisinin ifadesiyle “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” şiarını işitmesi üzerine Fransa’yı görmek ister. Ancak ülkedeki sömürge kanunu Vietnamlıların ülkeyi terk etmesini yasaklamıştır. Avrupa’ya gitmenin tek yolu bir gemide iş bulmaktır. Ho ilkin Londra, ardından da Paris’e gider.
Görünüşe göre Nguyen Fransa’ya varır varmaz ilkin solcu sendikacılarla temas kurar. Önce Pierre Monatte ve Alfred Rosmer’in çıkarttığı devrimci sendika gazetesi La Vie ouvrière’in [İşçilerin Hayatı] bürolarından birinde bulunan Librairie du travail’i [Emek Kitapçısı] ziyaret eder. Monatte ve Rosmer, I. Dünya Savaşı’nın ilk günlerinden beri tutarlı bir enternasyonalist tutum sergilemiş isimlerdir.
Ho, Fransız Sosyalist Partisi’ne [İşçi Enternasyonali Fransa Seksiyonu –SFIO] katılır. Örgüt o dönemde, Rus Devrimi sonrasında kurulan Komünist Enternasyonal’e katılıp katılmama konusunda yoğun bir tartışmaya tanık olmaktadır.
SFIO nihai karar için Aralık 1920’de Tours’da toplantı gerçekleştirir. Kongre Komintern’e bağlanma ve Fransız Komünist Partisi’ne [FKP] dönüşme kararı alır. Komintern’deki Rus Bolşeviklerin hâkimiyetine girmeyi istemeyen sosyalist bir azınlık örgütten kopar.
Nguyen kongredeki konuşmasında vatanının nasıl zulme uğradığından ve sömürüldüğünden, alkol ve afyon ile nasıl “zehirlendiğinden” bahseder. Ülkede hapishanelerin sayısı okulların sayısından fazladır ve basın hürriyeti yoktur. Ho, partinin “tüm sömürgelerde sosyalizm propagandası yapması gerektiği”ni söyler ve konuşmasının sonunda şu isteği dile getirir: “Yoldaşlar bizi kurtarın!”
Ho’nun hitabı alkışlanır, ama bazı kişilerin de canını sıkar. Konuşması iki kez kesilir. İlkinde Karl Marx’ın torunu Jean Longuet kendi itibarını savunmak adına söze karışır. Olayla ilgili yorumu şu şekildedir: “Ben yerlileri savunmak için müdahale etmiştim!” Kısa bir süre sonra ismi bilinmeyen bir delege Ho’nun konuşmasını kesince Ho “Sessizlik lütfen sayın parlamenterler!” der.
Nguyen’in sözlerinin özel bir ağırlığı vardır, zira partinin Komintern’e bağlanmasının bir koşulu da komünist partilerin
“her bir sömürgedeki kurtuluş hareketini sadece sözle değil eylemle de desteklemelerini, sömürgelerdeki ‘kendi’ emperyalistlerinin hile ve desiselerini ifşa etmelerini, emperyalistlerin bu sömürgelerden kovulmasını istemelerini, kendi ülkelerindeki işçiler arasında sömürgelerdeki ve mazlum milletlerdeki emekçilere gerçek manada kardeşçe bir tutum sergilenmesine ilişkin bir yaklaşımı telkin etmelerini ve sömürge halklarına yönelik her türden zulme karşı kendi ülkelerindeki askerleri arasında sistematik ajitasyon yürütmelerini gerekli kılmaktadır.”
FKP yeni politikasını sömürgelerle ilgili çok sayıda konuyla bağlantılı bir dizi yol üzerinden uygulamaya koymaya çalışır.
1914-1918 arası dönemde Avrupa’daki savaşa sömürgelerden dokuz yüz binin üzerinde insan taşınır. Bu sayının yarısı askerdir. Askerlerinse en az iki yüz elli bini Kuzey Afrika’dandır. Hintçini’nden [Kamboçya, Laos, Singapur, Tayland, Myanmar, Tayland ve Vietnam’ı kapsayan bölge -çn] gelenlerin sayısı binleri bulmaktadır. FKP Fransa’da yaşayan, sömürgelerden gelen insanlar için bir örgüt kurar. Union inter-coloniale (UIC Sömürgelerarası Birlik) isimli bu örgüt Nisan 1922’de Le Paria isimli bir gazete çıkartmaya başlar. Gazetenin yayın yönetmeni Nguyen-Ai-Quoc’tur.
Le Paria düzensiz yayınlanan bir gazetedir. Parasal desteği yetersiz, dağıtımı epey düşük düzeydedir. Ancak buna rağmen gazete küçük fakat anti-emperyalist mücadeleye kendisini adamış bir grubu örgütlemeyi başarır. Bu isimler arasında Nguyen-Ai-Quoc’un yanında 1924’te partinin seçimlerde aday gösterdiği Cezayirli Abdulkadir Haceli de vardır.
Abdulkadir süreç içerisinde Hacı Ahmed Messali isminde bir fabrika işçisini örgütler. İkili birlikte Cezayir’in bağımsızlığını talep eden ilk örgüt olan Étoile Nord-Africaine’ı [Kuzey Afrika Yıldızı] kurar. Ellilerde bu örgütün içinden FLN [Ulusal Kurtuluş Cephesi] çıkar.
Le Paria [Parya] II. Dünya Savaşı’nı takip eden yirmi yıl içerisinde Fransız siyasetine hükmeden iki büyük ulusal kurtuluş savaşının tohumlarını eker. 1922-1926 arası dönemde otuz altı sayı çıkan gazete genelde tek bir büyük yaprak olarak basılır. Gazetenin üst kısmında yer alan isminin solunda Arapça sağında da Çince hâli bulunmaktadır.
Gazetenin esas olarak üzerinde durduğu husus Fransa’nın sömürgelere dayanan imparatorluğundaki durumdur. Nguyen-Ai-Quoc’un tespitiyle, sömürge idaresinde “sadist memurların inanılması güç zulmü”ne tanık olunmaktadır. Yazar yazılarında Fransa’nın sömürge pratiğindeki barbarlığın karşısına cumhuriyetçi siyasete ait geleneksel tasviri çıkartmaktadır.
Ho, Fransız Devrimi’nden beri Cumhuriyet’in kişileşmiş hâli olarak görülen Marianne figürünü anımsatır ve şunları söyler:
“O kibar kadın imajıyla sunulan, özgürlük, adalet vb. gibi muhtelif formlarda sembolize edilen medeniyet, hanımefendilere karşı nazik olmayı savunan erkeklerce düzenlenmiş. Oysa bu medeniyet, o kadına en aşağılayıcı tarzda muamele ediyor, ar namus bilmeksizin onun davranışlarına, mütevazılığına ve tüm hayatına saldırıyor.”
Yazılarda diğer önemli bir konu da politik özgürlükler mücadelesi, bilhassa basın hürriyetidir. Bu bağlamda Le Paria’ya yazılar gönderilmesine mani olan posta hizmetlerine karşı bir eylem gerçekleştirilir. Gazete bir dizi kampanya başlatır. Bunlardan birisi de Vietnam’daki Nguyen Hanedanlığı imparatoru Khai Dinh’in protesto edilmesidir.
Le Paria, sadece sömürgelerde bağımsızlık talebini dile getirmekle yetinir. Gazetenin esas olarak talep ettiği husus, sömürgelerdeki baskıların ve zulmün son bulması ve sömürgelerdeki halkların Fransız yurttaşları ile eşit haklara sahip olmasıdır.
Bu amaç doğrultusunda gazete Hintçini ile Avrupa’daki emekçi sınıfların birliğini talep eder. Mayıs 1922’de FKP’nin günlük yayın organı L’Humanité için kaleme aldığı yazıda Nguyen-Ai-Quoc Fransa’daki ve sömürgelerdeki işçiler arasında varolan cehaletin ve önyargıların derinliğine işaret eder.
Lenin’in merkez ülkelerdeki işçilerin sömürge uluslardaki mücadelelere yardım etmesi gerektiğine dair sözlerini alıntıladıktan sonra Ho Chi Minh şunları söyler: “Maalesef ortalıkta hâlâ sömürgeyi güneşin battığı, her yanın kumla dolu olduğu bir ülke zanneden çok sayıda militan mevcut. Bunlara göre sömürgelerde birkaç yeşil hindistancevizi ağacı ve birkaç beyaz olmayan insan var, hepsi bu.”
Ho Chi Minh’e göre, sömürgelerdeki birçok insan da Bolşevizm fikrini reddetmekte ya da kendilerini sadece milliyetçilikle tanımlamaktadır. Eğitim konusunda bu insanların komünizmin ne anlama geldiğini anlamaları gerekmektedir ama bu insanlar komünizmin kurulduğu noktada nelerle karşılaşacakları ile pek ilgilenmemektedirler: “bunlar, tıpkı şu masaldaki köpek gibi, tasmalarını takıp kemiklerini dişlemekle yetiniyorlar.”
Ho buradan şu tespiti yapar:
“İki ayrı proletaryanın bu ortak cehaletinden söz konusu önyargılar doğmaktadır. Fransız işçiye göre yerli aşağılık bir varlıktır, önemsizdir, anlama becerisinden yoksundur, hatta eyleme geçmeyi bile becerememektedir. Yerliye göre ise kim olursa olsun, Fransız, aşağılık bir sömürücüdür. Emperyalizm ve kapitalizm karşılıklı güvensizlikten istifade etmekte, propagandayı karalamak için suni ırka dayalı hiyerarşiden faydalanmakta ve birleşmeleri gereken güçleri bölmektedir.”
Ardından şu sonuca ulaşır: “Söz konusu güçlükler karşısında parti ne yapmalı? Bu güçlükleri aşmak için propagandayı yoğunlaştırmalıdır.”
Bu tespitler üzerinden Le Paria Fransa’daki ve sömürgelerdeki işçilerin birleştirilmesi talebinde bulunur. Ağustos 1922’de kaleme alınan “Sömürge Halklarına Çağrı”da şunlar söylenir: “Kapitalizm ve emperyalizm karşısında hepimizin çıkarları birdir; Karl Marx’ın ifadesini hatırlayalım: Tüm ülkelerin işçileri, birleşin.” Gazetenin bir sonraki sayısında Max Clainville-Bloncourt şunları söyler: “Sömürgelerdeki kardeşlerimiz, Avrupa’da politik iktidarın emekçi kitlelerce fethedilmesi dışında kurtuluşun mümkün olmadığını anlamak zorundasınız.”
Bu mesaj tüm sömürgelere ulaşır. İlk baskı bin adettir. Sonra bu sayı üç bine çıkar. Gazetelerin önemli bir kısmı sömürgelere gider; iki bin nüshanın beş yüzü Fransa’da kalırken, Madagaskar’a beş yüz, Benin’e dört yüz, Mağrib’e iki yüz, Okyanusya’ya yüz, Hintçini’ne ise iki yüz adet ulaştırılır.
Dağıtım gizli yapıldığından ve nüshalar sıklıkla devletin eline geçtiğinden, gazetenin pratikte ne kadar yaygın dağıtıldığı bilinmemektedir. Ancak Le Paria’nın mücadeleye coşkuyla bağlı bir ekibin oluşumuna katkı yaptığı açıktır. Bu ekip, FKP üyeleri arasındaki yaygın ilgisizliğe rağmen, gazetenin faaliyetlerini sürdürür.
Le Paria Eylül 1925’te yayınına ara verir, son sayısı da Nisan 1926’da çıkar. Parti içerisindeki sömürge halklarına mensup küçük grupla bürokratik aygıt arasındaki çatışma yoğunlaşır. Gazete çalışmasına katılan ekip dağıtılır. Nguyen-Ai-Quoc/Ho Chi Minh 1923’te Moskova’ya gitmiş, hâkim Stalinist, resmi çizgiyi benimsemiştir.
Enternasyonalizm Faaliyetlerindeki Azalma
Le Paria, etrafında toplaşan küçük öncü birliği besleyen proleter enternasyonalizm ruhu Ho Chi Minh ile birlikte kaybolur, Fransız solunun emperyalizmle kurduğu eşitsiz ilişki galebe çalar.
Bunun en net biçimde görüldüğü yer Güneybatı Asya’dır. Ekim 1887’de Çin-Fransa Savaşı sonrası Fransız Hintçini kurulmuştur. Sömürgeleştirme sürecinin mimarlarından birisi de 1885’e dek başbakanlık yapan Jules Ferry’dir. Bariz biçimde ırkçı olan Ferry 1885’te Ulusal Meclis’te şunları söylemiştir: “Üstün ırkların aşağı ırkları medenileştirmek gibi bir görevi bulunduğunu açık yüreklilikle ifade etmemiz gerekmektedir.”
Ferry’nin en önemli başarısı Fransa’da ücretsiz, zorunlu ve seküler bir eğitimi tesis etmesidir. Bu mirasa genelde sol sahip çıksa da esasında Ferry’nin bu girişimi emperyalist arzuların bir parçasıdır. Eğer Fransa büyük bir emperyalist güç olacaksa, büyük bölümü köylülerden oluşacak bir orduya ve ulusal kimlikle ilgili güçlü bir hissiyata ihtiyaç duyacaktır.
II. Dünya Savaşı esnasında Hintçini 1940’ta Japonya ile anlaşma imzalamış olan, Almanya yanlısı Vichy rejiminin kontrol ettiği Fransız sömürge idaresince yönetilmektedir. 1945’te Japonya bu toprakları işgal eder. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombalardan sonra Japonya hemen teslim olur. Bu Müttefik Güçler’i şaşırtan bir gelişmedir; onlar savaşın 1946’ya dek sürmesini beklemektedirler.
Esasında Vietnam’ı ilk işgal eden Fransa değil, Britanya’dır. O dönemde Britanya’da İşçi Partisi iktidardır. Temmuz 1945’teki Potsdam Konferansı’nda Çin güçlerinin Hintçini’nin kuzey kısmını, Britanya birliklerinin de güneyi kısmını işgal etmesi öngörülmektedir.
Dört yıl süren işgal sürecinden kurtulmaya çalışan Fransa silâhlı kuvvetlerini yeniden organize etmek için zamana muhtaçtır. Fransız birlikleri Ekim ayında Hintçini’ni (gemilerle) terk etmeye başlar. Britanya kuvvetleri ise kısa süre önce mağlup edilen Japon birliklerini kullanarak Fransa’nın sömürgesini geri elde etmesini güvence altına almak için müdahale eder.
1945’teki geçici hükümetin başındaki isim olan Charles de Gaulle Dördüncü Cumhuriyet’in kurulduğunu ilân ettiği konuşmasında savaş sonrası oluşan ivmeden şu şekilde bahseder:
“Limanlarımız yeniden açılıyor. Tarlalarımız sürülüyor. Tüm enkaz kaldırılıyor. Ülkeyi terk etmiş olan insanların neredeyse tamamı geri döndü. İmparatorluğumuzu geri kazanıyoruz. Ren Nehri boyunca yeniden kuruyoruz ülkemizi. Dünyada kaybettiğimiz yerleri geri alıyoruz.”
Hükümette hâkim olan solcu partiler, komünistler, sosyalistler ve Hristiyan demokratlar, Gaulle’ün emperyalizmle ilgili teşvik edici sözlerine dair bir muhalefet içerisinde görünmemektedirler. Esasında 1947’de savaş tüm yönleriyle patlak verene dek komünist bakanlar kabinedeki disipline saygı gösterir ve savaş kredileri lehine oy kullanır (kimi zaman komünistler bu konularla ilgili oylamalarda muhalefetlerini çekimser kalarak göstermişlerdir.)
1946’da Fransa’yı ziyaret eden bir Hintçini delegesi komünist parti lideri Maurice Thorez’le yaptığı toplantıya ilişkin şunları söylemektedir: “Thorez partisinin Hintçini’nde Fransız mevzilerinin sökülüp atılması konusunda kullanılacak potansiyel güç olmak gibi bir niyeti bulunmadığını ve Fransız Birliği’nin tüm burçlarında Fransız bayrağının dalgalandığını görme hususunda çok istekli olduğunu söyledi.”
İmparatorluğun korunması konusunda hevesli olan diğer bir parti de Sosyalist Parti’dir. Savaş gazisi olan lideri Léon Blum, Vietnam’ın “Fransız Birliği içinde özgür bir devlet” olarak tanınması formülünü desteklemekte, ama bu desteği emperyalizmle ilgili retoriğe benzer bir söylemle gerekçelendirmektedir: “Hintçini’ni korumanın tek bir yolu var, o da medeniyetimize ait prestiji, politik ve manevi nüfuzumuzu sürdürmek, ayrıca meşru maddî çıkarlarımızı korumak ve bunları da bağımsızlık temelinde imza edilmiş samimi bir anlaşma temelinde yapmaktır.”
1946’da Hintçini Savaşı patlak verdiğinde başbakan Blum’dur. Savaşın kısmî nedeni, onun Fransa’daki askerî liderliğin savaşı kaçınılmaz görmesine karşı çıkamamış olmasıdır.
Hintçini’nin yeniden sömürgeleştirilmesine sadece küçük birkaç solcu akım karşı çıkar. 22 Aralık 1945’te bağımsız solcu gazete Franc-Tireur [Keskin Nişancı] Fransa’nın dış politikasına saldıran bir yazı yayınlar. Yazıda Nazilerin Fransa’yı işgal ettiği dönemde gerçekleştirdikleri en kötü mezalimlerden biri olan Oradour Katliamı ile Hintçini’ndeki Fransızların yaptıklarını kıyaslayan, bir Fransız askerine ait mektuba yer verilmektedir.
Fransız İmparatorluğu’nun yeniden kurulmasına karşı çıkma konusunda Fransız solunun gösterdiği başarısızlık bir dizi etkenin sonucudur. Bu etkenlerden biri de Komünist Parti’nin Rusya’ya sadakatidir. Parti o dönemde Batı emperyalizmine karşı çıkarak bindiği dalı kesmek istememektedir.
Ama asıl etken Fransa’daki politik düşünceyi, bilhassa solu hükmü altında tutan cumhuriyetçi gelenektir. Bu fikriyat üzerinden Fransa’nın ilerici bir rol oynadığına hükmedilmekte, onun nispeten daha cahil bölgelere aydınlanma ve medeniyet götürdüğüne inanılmakta, ülkenin “medenileştirme misyonu”nu ifa ettiği söylenmektedir.
Genel kanaate göre, sömürge dünyasında yaşayanlar Fransız Cumhuriyeti’nin birer yurttaşı olmaktan başka bir şey olmayı isteyemez, istememelidir. Aynı yaklaşımı, Hindistan’ın bağımsızlığını kabul eden, savaş sonrası dönem kurulan İşçi Partisi hükümetinin nispeten daha pragmatik yaklaşımı ile kıyaslamak ilginç çıkarımlara yol açabilir; Fransa ise uzun soluklu ve şiddetli bağımsızlık mücadeleleri üzerinden sökülüp atılana dek Hintçini’ne ve Cezayir’e pençelerini geçirmeye devam eder.
Hikâyenin geri kalan kısmını herkes biliyor. Fransa 1954’teki Dien Bien Phu Savaşı’nda yaşadığı son mağlubiyete dek Hintçini’ni elinde tutmak için savaştı. Vietnam bölündü, Amerikalıların ülkeye müdahalesi ve Güney Vietnam’a arka çıkması başka bir savaşa yol açtı. Otuz yılın ve iki milyon civarında insanın ölümünün ardından 1975’te Vietnam bağımsızlığına ulaştı.
Her şey daha farklı olabilir miydi? Bu tarz spekülasyonlarda bulunmak her daim güç bir iştir ancak eğer Fransız solu, 1945’te yirmilerin başında genç Ho Chi Minh’in uğruna mücadele ettiği gerçek enternasyonalist ilkelere sadık kalmış olsaydı, tarih nispeten daha az trajik bir seyre sahip olabilirdi.
Ian Birchall
30 Eylül 2015

0 Yorum: