03 Aralık 2014

İslamî Sosyalizmin A'dan Z'ye Tarihi


1950'li ve 70'li yıllar arası Müslüman dünyada güçlü bir ideoloji modern İslamî entelektüelizmin sınırları dışına taşarak merkezî siyaset sahnesinde yerini aldı. Ancak bu ideoloji, tek bir kaynaktan çıkmış değildi. Kökleri, Güney ve Doğu Asya, Afrika ve muhtelif Ortadoğu (Arap) ülkelerinden Müslüman mütefekkirlerin ve ideologların eserlerinde bulunabilir. Ayrıca bir kez siyasi gruplar ve merkez siyasetin liderlerince benimsendikten sonra farklı isimlerle anılır oldu. Ne var ki bugün bu isim ve terimlerin her biri, tek bir tanımın şemsiyesi altına yerleşmiş durumda: İslamî sosyalizm.

Kökler ve Şecere

İslamî sosyalizmle ilişkilendirilen çeşitli fikirlerin tam olarak hangi başlangıç noktası ya da noktalarından neşet ettiğini belirlemek için verilen uğraşlar muhtelif. İslamî sosyalizmin diyalektik tarihinin eleştirel bir derlemesini yapma hususunda uzmanlaşmış iki tarihçi ve entelektüel, Sami A. Hanna ve Hanif Ramay'a göre, terimin ilk kullanımlarından biri 19. yy sonları, 20. yy başlarında, Rusya'dadır.

Tataristan'da bir Müslüman çiftçi, köylü ve küçük-burjuva hareketi Rus monarşisine karşı gelmiş ancak şiddetle bastırılmıştı. Yirminci yüzyılın başlarında hareket yeraltına indi ve Rusya'daki komünist, sosyalist ve sosyal demokrat güçlerle monarşiyi devirmek üzere ittifaka girdi.

Veysî olarak anılmaya başlamış olan bu Müslüman hareketinin liderleri, 1906'da Rus monarşisine karşı solcu bir devrim patlak verdiğinde, kendilerini “İslamî Sosyalist” olarak adlandırıyorlardı.

Nihayet Rus monarşisini yıkıp ortadan kaldıran ve ülkede bir komünist idare teşkil etme yolunda adımlar atan 1917 Ekim devrimi sırasında Veysî hareketi Bolşeviklerin safında yer aldı ve devrimci lider Lenin'in sosyalist program ve politikalarını benimsedi.

Gelgelelim Lenin'in 1924'teki ölümünden sonra Veysî hareketi, Tataristan'daki Müslüman toplumun ve onun sosyalizminin Bolşevik Rusya'dan ve onun komünizminden ayrı bir varlık olduğunu dillendirmeye başladı. Kendi komünlerini kurmuş bulunan hareket, Stalin'in 1930'lardaki siyasi tasfiye dalgasının kurbanı oldu ve tarihe karıştı.

1917'den sonra ateizmin bir resmi inanç hâline geldiği bir ülkede Veysî hareketinin kendi sosyalizmini nasıl tanımladığından emin olmak mümkün değil. İslamî sosyalizme tutarlı ve doktriner bir biçim kazandırmak ise en nihayetinde Güney Asya ve Ortadoğu'daki bir grup etkili mütefekkir ve ideologa düştü.

(Sialkot'ta Sih bir ailede doğan ancak sonradan İslam'a ihtida eden) İslam âlimi Ubeydullah Sindhi, Hindistan'daki İngiliz varlığına karşı propaganda faaliyeti ile uğraşıyordu. Birinci Dünya Savaşı sırasında yetkililerin takibine uğrayan Sindhi, Kabil'e kaçtı ve Kabil'den 1917 Ekim Devrimi’ni oluş hâlinde müşahede ettiği Rusya'ya seyahat etti.

1923'e kadar Rusya'da kaldı ve zamanının çoğunu komünist devrimcilerle siyasi ve ideolojik tartışmalar yapmak ve sosyalizm tedris etmekle geçirdi. Devrimin en yoğun günlerinde eşitlik ve adalet şiarlarından etkilenmekle beraber Sindhi, bir Sünni Müslüman olarak komünizmi/Marx'ın ateizm vurgusunu reddediyordu.

Sindhi, Rusya'dan Türkiye'ye geldi ve İstanbul'da özellikle Hintli Müslümanlara hitaben bir dizi yazı kaleme alarak kendi İslamî sosyalizm düşüncesini şekillendirmeye başladı.

Müslümanlara komünizmin de hedeflediği ancak tam olarak ulaşamadığı iktisadî adalete ulaşmak üzere teşekkül edecek bir dinî zeminin tekâmülünü sağlamaları yönünde telkinlerde bulunuyordu.

Bunları söylemekteki maksadı, İslamî ve komünist iktisat anlayışlarının servetin adil dağılımına yönelik vurguları bakımından benzer olduklarını düşünse de sosyalizmin, daha ruhani bir boyutu içermesi durumunda, köylü ve işçi sınıflarının ateist komünizme nazaran daha hayrına olacağına inanmasıydı.

Aynı dönemde (1920'ler-30'lar) henüz bölünmemiş bulunan Hindistan'da (daha az bilinen) başka bir İslam âlimi, 1917 devrimine ve Marksizme âdeta meftun olmuştu.

Hafız Rahman Sihwarwl, İslam ve Marksizmin beş öğede ortaklaştıklarını düşünüyordu: 1. Servetin ayrıcalıklı sınıfların elinde birikmesinin yasaklanması; 2. Devletin toplumsal refahı garantileyecek biçimde örgütlenmesi; 3. Bütün insanların fırsat eşitliğine kavuşması; 4. Şahsi ayrıcalığa karşıt olarak kolektif toplumsal çıkarın önceliği; 5. Toplumsal devrim yoluyla sınıflı toplumun kemikleşmesinin önüne geçilmesi.

Bu fikirleri, yaşam standartlarındaki farkları minimize etmek üzere zenginlerin fazla miktarda ama gönüllü olarak vergi (zekât) verdikleri bir iktisadî düzenin yaratılmasını öngördüğünü düşündüğü Kuran'dan devşiriyordu.

Sihwarwl'un İslam ve komünizmin uyuşmadığına kanaat getirdiği sahalar, İslam'ın kişisel mülkiyete belli sınırlar içinde verdiği onay ve tamamen sınıfsız bir toplum hedeflemiyor oluşuydu. Ona göre İslam, servetin belli ellerde birikmesinin önünü almasıyla, fırsat eşitliği temelinde toplumun sınıflı yapısını denetim altında tutmaya kadirdi.

Temelde Sindhi ve Sihwarwl, İslamî sosyal demokrat bir refah devleti fikrinde buluşuyorlardı.

Denebilir ki Sindhi ve Sihwarwl'ın ilk düşüncelerini tekâmül ettirenler, Güney Asya'nın iki coşkulu ve hitabeti kuvvetli İslam Sosyalizmi muhibbi Gulam Ahmed Perviz ve Dr. Halife Abdul Hâkim'di. Perviz önde gelen "Kur’an’cı"lardan biriydi; Müslümanların modern dünyada ilerlemeleri için İslamî düşünce ve kanunların, Hadis’in külliyen reddine ve Kur’an'ın modern bir yorumuna dayanmasını gerektiğini düşünen âlimlerdendi.

Sufizmi ve geleneksel İslamî metinleri etüt ettikten sonra Perviz, neredeyse tüm Hadislerin İslam'ı hoşgörüsüz bir öğreti olarak göstermeye niyetli olanların ve yine bu hadislerden tağutî yönetimlerine meşruiyet kazandırmak yolunda istifade etmek isteyen halifelerin uydurması olduğuna kanaat getirdi. Perviz, mezhebî kavgalarla zaman harcamak yerine çağın bilimlerinin öğrenilmesi hususunda ısrarcıydı.

Bu gibi nedenlerden ötürü Perviz, anlaşılır bir biçimde, muhafazakâr İslam âlimlerinin ve siyasi grupların hışmına uğradı.

Ancak bu durum ünlü Müslüman düşünür ve şair Muhammed İkbal'i bu genç âlimle dost olmaktan ve onu gelecekte Pakistan'ı kuracak olan Muhammed Ali Cinnah'a takdim etmekten alıkoymadı. Cinnah Perviz'i Tuluyi İslam adında bir derginin editörlüğüne atadı. Dergi, müstakil bir Müslüman devletin kurulmasının propagandasını yapmak ve ayrıca Cinnah'ın Tüm Hindistan Müslümanlar Birliği adındaki örgütünün maruz kaldığı saldırılara cevap vermek amacını güdüyordu. Bu saldırılar Birlik'i "sözde-Müslüman" bir örgüt olmakla, Cinnah'ı ise aşırı derecede batıcı ve doğru İslamî tutumdan yoksun olmakla suçlayan İslamcı partiler ve ulemadan geliyordu.

Kur’an'ı yorumlayan kitaplar yazmanın dışında Perviz, Tuluyi İslam dergisi için Kur’an'a daha sosyalizan bir bakışın propagandasını yapan makalelere imza atıyordu. Kur’an ayetlerinden güç alarak yazdığı bir dizi yazıda İslam tarihinden olaylara ve Muhammed İkbal'in yazılarındaki irfandan çıkardığı şu değerlendirmelere yer veriyordu: Din adamları ve muhafazakâr ulema İslam'ı gasp etti. Onlar zenginler adına konuşurlar ve kapitalizmi övüp dururlar. Sosyalizm Kur’an'ın mülke, adalete ve servetin dağılımına dair naslarının uygulanması bakımından en iyi yoldur. İslam'ın ana misyonu toplumdaki tüm adaletsizliklerin ve zulmün ortadan kaldırılmasıydı. Sosyo-ekonomik bir hareketti o ve Hz. Peygamber Kureyşli tüccarların sömürüsüne ve Bizans ve Pers bürokrasisinin zulmüne son vermeye gayret eden bir liderdi. Kur’an'a göre Müslümanların üç temel sorumluluğu vardır: akıl yoluyla görmek, duymak ve sezmek. Dolayısıyla gerçek bilgi ampirik olarak doğrulanabilir gözleme dayanmalı ya da bilim aracılığıyla elde edilmelidir. Yoksulluk Allah'ın bir cezasıdır ve bilimi ihmal edenler bu cezaya müstahaktır. Müslüman/İslamî toplumlarda bilim, tarım reformunun olduğu gibi, sanayileşmiş bir iktisadın gelişiminde temel önemdedir. Sosyalist yol, İslam'ın ortaçağda şeriat yoluyla uğradığı bozulmanın tamiri anlamına gelir.

Perviz, 1947'de Pakistan'ın kurulmasıyla hükümette yer aldı ancak Cinnah'ın 1948'de ölmesinin ardından makamından ayrıldığı 1956 yılına kadar pasif bir konumda tutuldu.

O tarihte İkbal'in İslam'a dair yazdıklarını ve Kur’an'ı Güney Asya'da İslamî bir sosyalizm formüle etmek üzere kullanan bir diğer âlim de Dr. Halife Abdul Hâkim'di. Bir filozof, yazar ve büyük bir Muhammed İkbal hayranı olan Halife’nin İslamî sosyalizm namlı ideolojik alana girmeye cüret edişi Gulam Perviz'den daha sonra oldu. İslam'ın, bilhassa da Sufilik'in heveskâr bir öğrencisi olan Halife, Almanya'daki Heidelberg Üniversitesi’nde doktora öğrenimini tamamladıktan sonra, İkbal'in felsefesi, İslamî düşünce, Celâleddin Rumî üzerine çok sayıda kitap yazdı ve Bagavat Gita'yı Urducaya çevirdi.

Pakistan'ın kuruluşundan sonra Halife, ciddi olarak Marksizm ve onun Pakistan gibi genç bir “üçüncü dünya” ülkesi için ne anlam ifade ettiği hakkında çalışmalar yapmaya başladı.

Birçok Müslüman sosyalist gibi Halife de İslamî sosyalizmi birçok batı ülkesinde mevcut olan sosyal demokrat refah devletinin manevi ve teistik olarak kavranışı biçiminde izah ediyordu. "İslam ve Komünizm" adlı kitabında toprağın zenginliğin başlıca kaynağı olduğunu ve buradan da Pakistan'daki tarım reformlarının ahlakî temelini teşkil ettiğini yazar.

Gulam Ahmed Perviz hariç yukarıda ele alınan İslam sosyalisti düşünürlerin çoğu her ne kadar Marksizm/sosyalizmi Kur’an öğretilerine dayanarak ve ikisi arasındaki benzerlik ve farkları sıralayarak derinlemesine ele almışlarsa da İslamî sosyalizmin ideolojik ve iktisadî reçetesini verdiği toplumlarda inanç meselelerinde devletin ve hükümetin ne oranda rol oynaması gerektiğine dair çok az kelam etmişlerdir.

Perviz, Kur’an'ın ve modern bilimsel düşüncenin akılcı yorumlarından türetilmiş olan bir iktisada ve hukuka dayanan bir İslamî sosyalist toplumun doğal olarak sorumlu, hukuka saygılı, eşitlikçi ve aydınlanmış olacağını ve devletten ahlakî rehberlik talep etmeyeceğini açıklıkla belirtmiştir.

Başka bir deyişle, İslamî sosyalist politikalar vatandaşlarının kendi ahlakî tercihlerini yapabilecek kadar bilinçli olduğu ve onların iktisadi çıkar ve ihtiyaçlarını gözetip onlara adalet dağıtan, ilerici ve (tam olarak seküler değilse de) teokratik olmayan bir Müslüman devleti garanti etmektedir.

Devletin akılcı ve modern Kur’an yorumlarını, bilhassa mülkiyet hakkına, zekâta, adalete ve kadın haklarına dair ayetleri, işlevselleştireceği iki esas alan (iktisat ve hukuk -ç.n.) bunlardır.

Ortadoğu'da İslamî sosyalizm, İsrail'in (1948'de) kurulması ve binlerce Filistinlinin bölgeden tehcir edilmesiyle ilgili olarak daha milli ve devrimci bir fikir olarak ortaya çıktı.

Suriyeli Hıristiyan bir filozof ve Arap milliyetçisi olan Mişel Eflak, İslamî sosyalizmin kendini Arap ve Baas sosyalizmi olarak açığa vuran Ortadoğu versiyonunun yaratıcısı olarak anılır.

Arap Hristiyan bir aileye doğan Eflak, yüksekokul ve üniversite yıllarında komünist olur ama komünistlerden koparak genç Suriyeli Selahaddin Bitar ile birlikte radikal ve yeni bir milliyetçi felsefe formüle eder.

Dünya genelinde Arap halklarının ekonomik ve politik çöküşünü inceledikten sonra Eflak ve Bitar, birleşik Arap devletinin kurulması fikrini savunur.

Bu amaçla Arap milliyetçiliğine sosyalist ekonomik fikirlerini, ilerici bir kültürel ve toplumsal bakış açısını ekler. Diğer yandan da “Kur’an’ın devrimci ruhu”na atıfta bulunarak, İslam üzerine yeni bir çalışma ortaya koyarlar. Burada amaç devletin meselelerinden (örgütlü bir inanç olarak) İslam’ı ayırarak adaletsizliğe ve eşitsizliğe karşı koymaktır.

Eflak ve Bitar, bunun Arap dünyasında bir rönesansa yol açacağı iddiasındadır ve bu dünyayı ekonomik, politik bir güce sahip kılacaktır.

İkilnin rönesans (Arapça “Baas”) kelimesine yaptıkları vurgu “Baas sosyalizmi”nin doğuşuna yol açar. Kısa bir süre sonra Eflak ve Bitar, bu sosyalizm formunun nasıl işleyeceğini tarif eder.

Baas sosyalizmi, inanç (İslam) ve dil/kültür (Arap) temeli üzerinde tüm Arap milletlerinin birliğine işaret eder.

Bu yaklaşıma göre, Arap milletlerinin altını oyan beş güç vardır: (kapitalizmin hâkim olduğu) Avrupa sömürgeciliği; Sovyet komünizmi; Arap ülkelerindeki “yozlaşmış monarşiler”; Arap toplumlarındaki İslamî muhafazakârlık; ve toplumları geri kalmışlığın pençesinde varolmaya mahkûm eden ulema ve din adamları.

Baas sosyalizmi, Batı kapitalizmi ile Sovyet komünizmi arasında yol önerir. Buna göre, tüm Arap milletleri Arap milliyetçilerinin tek “öncü partisi” çatısı altında bir araya gelecek, bu parti eğitim, bilim ve kültür aracılığıyla toplumu modernize edecek, sosyalist ekonomi politikaları uygulayacak, dinle devleti ayıracak ama birleşik Arap devletindeki yurttaşların ekseriyetinin inancı olan İslam’ın eşitlikçi anlayışlarından ilham almayı sürdürecektir.

Seküler olmasına karşın Baas sosyalizmi, İslam’ı Arap yaratıcılığının bir kanıtı olarak görür ve Arap kültürü, değerleri ve fikriyatının bir vasiyeti olarak değerlendirir.

Şarkı ve Dans

Ortadoğu ve Afrika

Baas sosyalizmi, modern Arap tarihinde uygun bir momentte gündeme gelmiş gibidir. Kırklardan itibaren Irak, Mısır, Cezayir, Yemen ve Suriye’de sömürgecilik karşıtı hareketler kendilerini Arap sosyalizmi fikrine bağlamışlardır.

1948’de Mısır’da genç bir albay olan Cemal Abdulnasır, gizli “Hür Subaylar Hareketi”ni kurar.

Grup, Arap sosyalizmi/Baas sosyalizmi fikirlerine göre hareket eden Mısırlı subaylardan oluşmaktadır.

1952’de hareket bir darbeyle Mısır’da İngiliz yanlısı krallığı devirir ve Mısır’ın bağımsız bir Arap sosyalist cumhuriyeti olduğunu beyan eder.

İlginç olan şu ki Hür Subaylar Hareketi ve darbe ilk başta sömürgecilik karşıtı sağcı dinî grup Müslüman Kardeşler’ce de desteklenmiştir.

Ama Nasır, Mısır ekonomisini ve toplumunu modernleştirme politikalarını devreye soktuğu ve İslam’a en iyi özel alanda hizmet verilebileceğini iddia ettiği noktada Müslüman Kardeşler rejimin karşısına geçer.

1954’te İhvan, Nasır’a suikast düzenler, bu ona ve muhafazakâr din adamlarına karşı yoğun bir ezme harekâtının başlamasına neden olur.

Nasır’dan ilham alan Iraklı genç subaylar 1958’de Irak monarşisini yıkarlar. Yeni rejim Irak’ın cumhuriyet olacağını ilân etmesine karşın, Nasır gibi bir Arap sosyalist partisi kurmaz.

1963’te bu durum üzerine başka bir grup subay darbe yapıp iktidarı ele geçirir ve Irak Baas Sosyalist Partisi’ni kurar. Ama pek değişen bir şey olmaz ve 1966 yılında Baas sosyalistleri bir darbeyle devrilirler. İktidarı almaları ve istikrara kavuşturmaları 1968’de mümkün olur.

Baas sosyalizmi, Irak’ın merkezî ideolojisi hâline gelir. Baas Sosyalist Partisi hâkim iktidar partisi olur. Bu parti ve ideoloji 2003’e dek ayakta kalır.

1949’daki bağımsızlığından beri Suriye’de kargaşa eksik olmaz. Bir dizi darbeye tanıklık edilir. Bunların önemli bir kısmı, Suriye Baas Sosyalist Partisi’nin desteklediği ve planladığı darbelerdir.

1956’da Suriye Amerikan kampına karşı çıkarak Sovyet kampına giren ilk Arap ülkelerinden biridir. Nasır’ın Mısır’ı Suriye’yi takip ederek Sovyetler Birliği ile savunma, ekonomi ve kültür alanlarında kimi anlaşmalar imzalar.

Arap/Baas sosyalizminin ana öğretisinin birleşik bir Arap milleti tesis etmek olması sebebiyle 1958’de Suriye ve Mısır birleşerek Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni kurar.

Bu deney felâketle sonuçlanır. Suriye tarafı Nasır’ın Suriye’nin çıkarları hilafına çalıştığını düşünür. Birlik, 1961’de Suriye’deki Baas Sosyalist Partisi başka bir darbe yaptığı noktada dağılır.

1970’e dek uzanan dönem Suriye politikası Baas Sosyalist Partisi’nin radikal ve ılımlı kanatları arasındaki gerilime tanık olur. Nihayetinde partinin ve hükümetin başına general Hafız Esad geçer.

Şii Müslümanlığa bağlı bir tarikat olan Alevi müslümanlığa mensup Esad 2000’de ölene dek Suriye’yi istikrara kavuşturur ve ülkeyi bir diktatör olarak yönetir.

Onun yönetiminde Baas Sosyalist Partisi ve rejim diğer Arap ülkeleri içerisinde en istikrarlı ve radikal yapı olarak hükmünü sürdürür.

Cezayir’de ülkenin Fransız sömürgeciliğine karşı yürüttüğü ellilerde zirvesine ulaşan milliyetçi mücadele esnasında hareketin ana merkezi Organisation Spéciale’dır (Özel Örgüt). Bu hareket de zaman içerisinde Arap/Baas sosyalizminin kurtuluş felsefesine dümen kırmaya başlar.

1954’te Özel Örgüt, küçük solcu milliyetçi gruplarla ve gerilla örgütleriyle birleşerek Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni FLN –Front de Libération Nationale) meydana getirir. Cephe, Fransız sömürgecilere karşı Cezayirlilerin yürüttükleri kurtuluş hareketi esnasında en büyük milliyetçi merkez hâline gelir.

1954’ten 1962’ye dek süren savaşta binlerce Cezayirli ve Fransız ölür. Fransızlar Cezayir’den çıkmayı kabul ederler. FLN, bağımsız Cezayir’in ilk iktidar partisi olur.

Sonrasında radikal bir isim olan Ahmed Bin Bella ile daha ılımlı olan Huari Bumedyen arasında gerilim açığa çıkar. 1965’te Bumedyen, yeni kurulan Cezayir ordusunun yardımıyla Bin Bella’yı devirir ve Cezayir’in ikinci devlet başkanı olur.

Tüm diğer partileri yasaklar, FLN’yi tek parti yapar. Bir dizi sosyalist ekonomi politikasını uygulamaya başlar, İslamcı ve muhafazakâr dinî grupları ezer.

Irak, Suriye ve Mısır’daki Arap sosyalistlerinden farklı olarak Bumedyen ülkesini Sovyet nüfuzuna sokmaz. Hem ABD yanlısı Arap krallıklarını hem İsrail’i hem İslamcıları hem de kapitalizmi eleştirmeyi sürdürür.

Mısır destekli milliyetçilerle Suudi destekli kralcıların arasında süren iç savaşın zirveye ulaştığı, ayrıca İngiliz güçlerine karşı sömürgecilik karşıtı hareketin güçlendiği dönemde Yemen Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) ve İşgal Altındaki Güney Yemen Kurtuluş Cephesi (İGYKC) milliyetçi harekete öncülük etmektedirler.

Her iki politik grup Arap sosyalizmine bağlıdır ve başlarında Marksistler bulunmaktadır.

Çatışmalar güneye kaydığında iki grup birbiriyle savaşmaya başlar. Oysa ikisi de ilhamını Nasır’ın Arap sosyalizminden almakta ve Marksistlerce yönetilmektedir.

1967’de Ulusal Kurtuluş Cephesi ve İşgal Altındaki Güney Yemen Kurtuluş Cephesi krallık yanlılarını yenerler ve İngilizleri güneyden kovarlar. Ardından UKC İGYKC’yi ezer ve güneyde bağımsız bir cumhuriyet kurulduğunu ilân eder.

1970’te UKC, Güney Yemen’in adını değiştirerek Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti yapar. Ülkenin tek partisi Yemen Sosyalist Partisi’dir.

Hemen ardından parti, Sovyetler Birliği, Çin ve Küba ile savunma, kültür ve ekonomi anlaşmaları imzalar.

Kuzey Yemen ise Suudilerin ve ABD’nin desteğini arkasına alır.

Libya’da Arap sosyalizmine ve Nasır’a hayran olan Albay Muammer Kaddafi Mısır’ın Hür Subaylar Hareketi’ni taklit ederek Libya’da 1969 yılında bir darbe yapar.

1971’de Arap Sosyalist Birliği’ni kurar. Bu ülkenin tek partisi hâline gelir. Radikal sosyalist politikalar uygulayan parti Sovyetler’le savunma ve ekonomi anlaşmaları imzalar.

ABD yanlısı Arap krallıklarına (özellikle Suudi Arabistan’a) şiddetle karşı olmasına karşın Sovyetler’in sıkı bir müttefiki olan Kaddafi Libya’sı dönemin diğer Arap sosyalist rejimlerinin aksine İslamî sosyalizmin ülkeye has bir modelini uygulamaya sokar. Alkol tüketimi ve satışı yasaklanır, gece kulüpleri kapatılır, üniversitelerde ve yüksekokullardaki Marksistler ezilir.

1976’da yayımladığı Yeşil Kitap’ta Kaddafi, kendi İslamî sosyalizm anlayışını tarif eder. Liselerde ve üniversitelerde kitabın okunması mecburi kılınır.

Mısır, Suriye, Irak ve Libya’dan sonra Baas sosyalizmi yüzünü Sudan ve Somali gibi diğer Müslüman ülkelere çevirir.

Sudan, 1956’da İngilizlerden bağımsızlığını elde eder. 1957-1969 arası dönemde ülke demokratik yollardan seçilmiş sağcı koalisyon hükümetlerine ve bir askerî darbeye (1958) tanıklık eder.

1969’da gerçekleşen askerî darbe Nasır’ın Hür Subaylar Hareketi’nin iktidarı olmasını sağlayan dinamikler üzerinden biçimlenir.

Hareketin ve darbenin başında kendisini Arap sosyalisti ve Nasır hayranı olarak tarif eden Cafer Nimeyri vardır.

İktidarı aldıktan sonra Nimeyri, ülkeyi politik ve ekonomik açıdan “bağımsız bir Sudan sosyalizmi” üzerine kuracağını ilân eder.

Nimeyri rejiminin ilk bakanlar kurulunda birkaç komünist de vardır. Bu isimler, ülkede sosyalist ekonomi politikalarının uygulanması noktasında katkılar sunarlar.

Nimeyri, aynı zamanda eğitim kurumlarında ve camilerdeki çalışmalarda muhafazakâr İslamî unsurların müdahalelerine ve nüfuzuna kısıtlama getiren politikalar uygular. Zira onun kanaatince İslam’a en iyi özel alanda hizmet edilebilir.

Nimeyri, Libya, Mısır, Suriye, Irak ve Sovyetler Birliği ile güçlü ilişkiler kurar.

Nimeyri’nin sosyalist ve seküler yöneliminden endişelenen çeşitli sağcı İslamî örgütler birleşip Ensar isminde bir yapı kurarlar. Hükümeti devirmeyi başaramayan Ensar 1971’de silâhlanır ve devletle savaşmaya başlar.

Savaşın ardından Ensar bozguna uğrar, lideri yurtdışına kaçar. 1971’de Nimeyri, Sudan Sosyalist Birliği’ni kurar. Bu parti ülkenin tek iktidar partisi hâline gelir.

Nimeyri’ye göre, Sudan “sosyalist demokrasi” ile yönetilmektedir. Burada İslam merkezî ama ayrıca özel bir rol oynamaktadır. O politika ve hükümet işlerine karışmamaktadır.

Somali, 1960’ta Avrupa sömürgeciliğinden bağımsızlığını elde eder. 1969’da Tümgeneral Muhammed Ziyad Barre darbe yapar, meclisi fesheder ve yüksek mahkemeyi askıya alır.

İlk başta Barre, sosyalist bir dizi ekonomi politikası uygular. Okuryazarlık programı başlatır. Bu program ülkedeki okuryazarlık oranını ciddi oranda artırır.

Ülkeyi Sovyet kampına sokan Barre, Arap sosyalist devletleriyle güçlü ilişkiler geliştirir. Ardından Somali Devrimci Sosyalist Partisi’ni kurar ve parti için bilimsel sosyalizm ve İslam’ın sosyalist ilkeleri üzerine kurulu bir manifesto kaleme alır.

Endüstri ve tarımı devletin eline teslim eden Barre, camileri kontrol altına alır ve İslam’ın politikaya karışmasına mani olur.

İran siyasetinde İslamî sosyalist eğilim 1950 sonrası gelişmeye başlar. Muhammed Musaddık’ın kurduğu seküler ve demokratik Millî Cephe bir dizi İslamî sosyalistten meydana gelmektedir.

1951’de Millî Cephe, o dönemde anayasal monarşi ile yönetilen İran meclisinde birinci parti olur. Hükümet kurarak İran petrolünü millileştirir, İran Şah’ını devirir ve ülkeyi demokratik bir cumhuriyet hâline getirir.

Ancak 1953’te İngiliz ve Amerikan istihbaratının, din adamlarının ve ordunun yardımlarıyla Şah bir darbe yapıp Musaddık hükümetini devirir.

Musaddık’ın devrilmesinden sonra İslamî sosyalizm, İran’da nispeten daha radikal bir yola girer. 1965’te Tahran Üniversitesi’ndeki bir grup solcu öğrenci, Halkın Mücahidleri’ni (Mujahideen-e-Khalq -HM) kurar.

İlhamını İranlı aydın ve yazar Ali Şeriati’den alan HM, İslamî imge ve kavramları Marksizmle kaynaştıran bir ideolojiyi savunur.

Şeriati, Paris’te eğitim almış bir sosyologdur. 1964’te İran’a döndüğünde Şah karşıtı yazıları ve vaazları sebebiyle hapse girer.

Şeriati’nin yazıları ve konuşmaları üniversite ve lise öğrencileri arasında popüler olur. O devrimci Marksist kavramları ifade ederken Şiiliğin geleneksel imgelemi ve diline başvurur. Sadece İran monarşisine değil, Şii din adamlarına ve komünistlere de saldırmaktadır.

1971’de Şah Şeriati’yi, İslamî Marksist ve Sovyet ajanı olduğunu söyleyerek mahkûm etmeye başlar. 1975’te tutuklanıp sürgüne gönderilir. 1977’de 43 yaşında iken kalp krizi sonucu vefat eder.

Halkın Mücahidleri, Şeriati’nin fikirlerini şiddete dayalı bir üslup dâhilinde ifade eder ve Şah’a karşı silâhlı gerilla savaşı başlatır.

Örgüt, aynı zamanda Şah’ın yıkılmasını sağlayan 1979 İran Devrimi esnasında da aktif bir rol oynar. Öyle ki Şah’ın asker ve polisine karşı koymak için Ayetullah Humeyni’yi destekleyen güçler, büyük ölçüde Halkın Mücahidleri’nin silâhlı kadrolarına sırtlarını dayamıştır.

Ama devrim sonrasında İranlı İslamcılar ve mollalar iktidarı ele geçirirler ve İslamî kanunları uygulamaya başlarlar. Bu noktada Halkın Mücahidleri, İslamî rejime karşı kentlerde gerilla mücadelesi başlatır.

Rejimi otokratik ve gerici olmakla eleştiren örgüt rejimin İslamî muhafızları ve polisleriyle savaşır. Çatışmalarda yüzlerce insan öldürülür, onlarca örgüt üyesi idam edilir.

Doğu ve Güney Asya

Endonezya’da İslamî sosyalizmle ilgili temel çalışmayı yapan isim Tan Malaka’dır.

Başını Kosno Sukarno’nun çektiği, Hollanda sömürgeciliğine karşı yürütülen bağımsızlık mücadelesi esnasında Malaka, komünizm ve İslam’ın uyumlu olduğunu söylemiş, Endonezya’da devrimin her ikisine birden dayanması gerektiğini ifade etmiştir.

Tan Malaka, aynı zamanda İslam’ı işçi sınıfını birleştiren ana potansiyel olarak görür.

Tan Malaka, ülkenin bağımsız olduğu 1949 yılında vefat eder. O dönemde ülkenin başında bulunan Sukarno Endonezya Komünist Partisi’ne ve Malaka’dan ilham alan İslamî sosyalistlere yetki verir ve Malaka’nın birçok görüşünü benimser.

Sukarno ülkeyi 1967’ye dek yönetir.

İslamî sosyalizm fikrinin ve kavramının tahayyülü belirlediği diğer bir ülke de Pakistan’dır.

Bu kavramı teorize eden ilk âlimler Gulam Ahmed Pervez ve Dr. Halife Hâkim’dir.

Pakistan’ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah, İslamî sosyalistlerle bağa sahiptir. Onun kurduğu Müslüman Birliği, 1947’de ülkenin kurulması sonrası Pakistan’ın ilk iktidar partisi olur.

Ancak parti içinde bu kesim süreçte kenara itilir.

Altmışların başında, Eyüp Han’ın seküler ve ABD yanlısı askerî diktatörlüğü esnasında Lahor’da başını yazar, şair ve ressam Hanif Ramay’ın çektiği bir aydın grubu oluşur ve bu grup Pervez ile Halife’nin İslamî sosyalist fikirlerine odaklanır, ayrıca Baas sosyalizmine ait kimi unsurları Pakistan gibi Arap olmayan bir Müslüman ülkeye taşımaya çalışır.

Grup, ayrıca Urdu dilinde aylık Nusret isimli bir dergi çıkartır. Urdu dilinde şiirler, öyküler ve şairlerle yazarlar hakkında yorumlar içeren dergi aynı zamanda Gulam Ahmed Pervez, Dr. Halife ve Michel Eflak’ın eserlerine dair eleştirilere yer verir.

1965 sonrasında Pakistan-Hindistan savaşı karşılıklı yenişmezlik ile sonuçlanır. Eyüp Han muhalif olması sebebiyle genç dışişleri bakanı Zülfikar Ali Butto’yu görevden alır.

Butto, Marksist ideolog ve emekli bürokrat J. A. Rahim’in dostudur. Her iki isim de Eyüp diktatörlüğüne karşı koymak için halkçı solcu bir parti kurmaya karar verir.

1966’da Butto, ayrıca İslamî sosyalizm üzerine çalışma yapan bir grubun üyesi olan Hanif Ramay ile temas kurar.

Butto ve Rahim, 1967’de Pakistan Halk Partisi’ni [PHP] kurar. Partiye bir dizi Marksist, ilerici aydın, gazeteci, öğrenci lideri ve sendikacı katılır ama parti manifestosunun yazımı söz konusu olduğunda baskın olan Ramay’ın İslamî sosyalist grubudur.

Nusret isimli dergide Ramay ve Safdar Mir’in kaleme aldığı makalelerde yazarlar, PHP’nin İslamî sosyalizminin şunları içerdiğini söylerler:

1. Feodalizmin ortadan kaldırılması;

2. Kontrolden çıkmış kapitalizmin ortadan kaldırılması ve devletle hükümet eliyle yakından gözetlenen bir ekonomik sistem ve/veya fırsat serbestiyetine dayalı bir sistemin teşvik edilmesi;

3. Büyük bankaların, endüstrilerin ve okulların millîleştirilmesi;

4. İşçilerin fabrikaların işletilmesi sürecine katılmaları konusunda teşvik edilmesi;

5. Demokrasinin uygulanması ve demokratik kurumların oluşturulması.

Tüm bu maddeler, İslam Peygamberi’nin ortaya koyduğu, Mekke ve Medine’de icra ettiği eşitlik ve adalet ilkeleri ile Kur’an’da bulunan birçok eşitlikçi ve toplumsal ifadenin yirminci yüzyılda uygulanması olarak izah edilirler.

PHP’nin İslamî sosyalizmi, muhafazakâr dinî partilerin ve din adamlarının tekelci kapitalizmin, feodal toprak ağalarının, askerî diktatörlerin, “emperyalist güçler”in temsilcileri, geriliğin, toplumsal ve ruhanî durağanlığın failleri olduğunu söyler.

Sağcı İslamî parti Cemaat-i İslamî’nin PHP’nin sosyalizminin “ateist” ve “İslam karşıtı” olmasını söyleme konusunda yüz farklı âlim ve din adamını ikna etmesine karşın parti 1970 seçimlerinde Batı Pakistan’da oyların büyük kısmını almayı başarır.

1972’de, Doğu Pakistan’ın ayrılıp Bangladeş hâline gelmesi ardından PHP Pakistan’ın ilk iktidar partisi hâline gelir.

İslamî sosyalizmin yankı bulduğu diğer bir ülke ise Afganistan’dır.

1978’de komünist olan Halk Demokratik Partisi [HDP] ordudaki kimi subayların yardımıyla Muhammed Davud Han’ın milliyetçi diktatörlüğünü devirir.

Bu olaya sonrasında Saur Devrimi adı verilir [Saur, Dari dilinde “Bahar” demektir].

HDP, Marksist bir parti olarak hızla komünist toplumsal ve ekonomik politikalar uygulamaya başlar.

Ama HDP rejimi, Afgan din adamları ile kırsaldaki ve yarı kırsal bölgelerdeki seçkinlerin öfkesine ve direncine maruz kalınca müttefiki Sovyetler Birliği HDP’nin Marksist reformları yavaşlatmasını ister.

HDP, Marksist yönlerinden arınıp yerine İslamî sosyalistlerin ve Baas sosyalistlerinin söylemine başvurmaya başlar.

Örneğin sürekli Marx ve Lenin’den alıntı yapmak yerine HDP hükümeti Marksizmin/sosyalizmin ve İslam’ın çerçevesini çizdiği ekonomik sistemler arasındaki benzerliklerden bahseder.

Gene de Aralık 1979’da parti içindeki şiddetli çatışma sonucu ülkeye Sovyet askerleri girer ve başını Babrak Karmal’ın çektiği daha ılımlı bir rejim tesis edilir.

Çöküş ve Vefat

Asya, Afrika ve Ortadoğu’da farklı İslamî Sosyalizm versiyonları ile bağlantılı hareketlerin, ihtilâllerin ve devrimlerin patlak vermesi Arap krallıklarını ve ABD’yi endişeye sevk etmiştir. Ancak sosyalizmi İslam’ın belirli yönleriyle kaynaştıran rejimlerin ekonomik manevraları o vaat ettikleri ekonomik dengeye ulaşma konusunda başarısız olmuştur.

Bunun ilk örneklerinden biri Endonezya’da yaşanmıştır. Endonezya’nın 1949’da Hollanda’dan bağımsız olmasının öncesinde Kusono Sukarno devlet başkanı olmuştur.

Sukarno, Endonezya Ulusal Partisi’nin (EUP) tek hâkim güç olarak yönlendirdiği bir demokrasiye dümenini kırmıştır. Yeni yapıda diğer baskın güç ise Endonezya Komünist Partisi (EKP) olmuştur.

Sukarno’nun partisi milliyetçiliği, İslam’ı ve komünizmi harmanlayan bir ideolojiye sahiptir.

Bu ideolojinin ekonomik ve toplumsal alana tercüme edilmesinde İslamî çevrelerin ve ülkenin ABD ve Batı’yla bağ kurmasını isteyen askerlerin direnciyle karşılaşılmıştır.

1960 sonrası Endonezya’daki ekonomik durum kötüleşir. 1965’te Sukarno’yu destekleyen komünistler reform sürecinin yavaş ilerlemesi karşısında hayal kırıklığına uğrarlar.

Komünistler, ordu içerisindeki ekibini seferber ederek, Sukarno karşıtı bir darbe yapmak isterler.

Darbe, ordu içerisindeki Batı yanlısı ekip tarafından ezilir. Bunun sonrasında komünistlere ve sempatizanlarına karşı yoğun bir saldırı gerçekleştirilir.

Bu saldırılarda 50.000’in üzerinde insan katledilir. Bunların çoğunu askerler ve solu tasfiye etmek isteyen İslamî çevreler öldürür.

1967’de Tümgeneral Suharto Sukarno’yu tasfiye edip iktidarı ele geçirir.

EKP yasadışı ilân edilir. Suharto Endonezya’yı “ABD kampı”na sokar. Komünist ayaklanmayı ezmek için ordu eliyle seferber edilmiş olan İslamî çevrelere de saldırır.

İslamî sosyalizmin ikinci önemli başarısızlığı Mısır’da yaşanır.

Nasır 1952’deki Hür Subaylar Darbesi’nden beri devlet başkanıdır. Bir dizi sosyalist reformun altına imza atar.

Rejimi Ortadoğu’daki muhtelif Arap sosyalist harekete ilham verir ve bu hareketleri destekler. ABD yanlısı, tutucu Arap krallıkları karşısında Arap halklarına sosyalist ve seküler bir İslamî seçenek sunar.

Ancak Nasır, Mısır silâhlı kuvvetleri İsrail ordusuna ve hava kuvvetlerine 1967’de yenilince nüfuzunu ve itibarını yitirir.

Nasır rejimi, 1970’de kalp krizi sonucu ölene dek popülerliğini büyük ölçüde muhafaza eder.

Halefi ve eski yoldaşı Enver Sedat, Arap Sosyalist Birliği’nin başına geçer ve ülkenin yeni başkanı olur.

Sedat, Nasır’ın sosyalist politikalarını sürdürür ve Arap sosyalist rejimleri, hareketleri ve FKÖ’ye dönük mali ve manevi desteğine devam eder.

Ancak 1973’teki Mısır-İsrail Savaşı iki tarafın da kazanamaması ile sonuçlanmasına karşın ülke ekonomisi savaşın etkisiyle kötüleşir.

Suudi Arabistan milyonlarca dolarlık yardım ve petrol ile Mısır ekonomisini kurtarmayı önerir.

Suudi yardımını kabul eden Sedat, Nasır’ın şiddetle eleştirdiği Suudi krallığı ile ilişkilerini resmî düzeyde yeniden tesis eder.

Suudi krallığı sonrasında Nasır’ın hapse attığı ya da Suudi Arabistan’a sürgüne gönderdiği binlerce İhvan üyesinin haklarını iade etmesini ister.

Sedat, İhvan’ın faaliyetleri üzerindeki yasağı kaldırır.

1974’te Sedat, ülkeyi Sovyet kampından çıkartır ve Sovyetler’in askerî danışmanlarının, teknisyenlerinin ve yurttaşlarının ülkeyi terk etmesini ister.

1976’da Sedat, Mısır’da sosyalizm deneyiminin artık sona erdiğini duyurur. 1977’de de Mısır’daki iktidar partisinin Arap Sosyalist Birliği olan adını Ulusal Demokratik parti olarak değiştirir.

Arap sosyalizminin son kalıntılarını da partiden temizler. Bu hamlesine karşı çıkan aydınların ve öğrencilerin ezilmesi emrini verir.

Mısır büyük ölçüde seküler bir ülke olmasına karşın Sedat, İhvan’ın desteğini almayı bilir, burada amaç solcu öğrencileri ve aydınları sindirmektir. Ama baş düşman İsrail ile bağları yeniden kurmaya karar verdiği noktada İhvan’ı da kızdırır.

1981’de suikasta kurban gider. Öldürenler, İhvan’ın militan kesimine üyedirler. Hüsnü Mübarek, Sedat’ın politikalarını otuz yıl kadar sürdürür. 2011’de demokratik devrim sonucu devrilir.

Sedat’la aynı yolu yürüyen diğer bir isim de Pakistan Halk Partisi başkanı ve başbakan Zülfikar Ali Butto’dur.

1970’te iktidara gelen Butto, partisinin teşkil ettiği sosyalist platformun ve İslamî sosyalizme ilişkin sloganların hayrını fazlasıyla görür.

1973 Mısır-İsrail Savaşı sonrası dünyayı vuran ekonomik kriz karşısında Butto rejimi sosyalist reformlardan daha az bahsetmeye başlar. Petrol zengini körfez krallıkları ile bir dizi anlaşma imzalar.

Butto, parti içerisindeki solcuları atmaya başlar. Ardından Suudi Arabistan’a yakın sağcı İslamî partilere tavizlerde bulunur.

Bu sayede söz konusu partileri yatıştırıp etkisizleştirebileceğine inanır.

1977 seçimleri öncesinde hazırlanan partinin yeni manifestosunda sosyalizm ve İslamî sosyalizm sözcüklerine çok az yer verilir.

Butto’nun krallıklara yakınlaşması, solcuları partiden atması ve İslamî partilere verdiği tavizler 1977’de rejime karşı sağcı bir hareketin ortaya çıkmasına mani olmaz.

General Ziya ül Hak’ın askerî darbesiyle devrilir, ardından da hileli bir mahkeme sürecinin ardından 1979’da asılır.

Cezayir, sosyalist yolu ülkeyi 1965’e dek yönetmiş olan Huari Bumediyen’in 1978’de ölmesine dek yürür.

Albay Çadli Bencedid FLN’nin başına geçer, sonrasında devlet başkanı olur.

Seksenlerin başında Bencedid Bumediyen’in sosyalist reform sürecini kesintiye uğratır ve FLN’nin Arap sosyalizmi ile sekülerizmine karşı olan İslamî muhalifleriyle müzakerelere başlar.

Bencedid Cezayir’i 1991’e dek yönetir. Ekonomik reformları ülke ekonomisinin kötüleşmesine mani olmaz. Sonuçta ortaya çıkan huzursuzluklar ülkeyi İslamî partilerin safına iter.

1987’de FLN’nin sosyalist niteliğini ve ideolojisini silip atar. ABD, Batı ve Körfez krallıkları ile ilişkiler kurmaya başlar

1991’de hükümet Cezayir’in ilk çok partili seçimini gerçekleştirmeye karar verir.

Ancak belediye seçimlerini radikal İslamî partiler kazanınca ordu müdahale eder ve genel seçim ertelenir.

Ordu, Bencedid’i İslamcıları güçlendirmek ve ülkedeki seküler temelleri tehlikeye sokmakla eleştirir. Bencedid 1991’de iktidardan uzaklaştırılır.

1992-2002 arası dönemde Cezayir İslamcılarla ordu arasında yoğun bir savaşa tanıklık eder. Bu savaşta binlerce Cezayirli öldürülür.

Ordu, yüzlerce İslamcıyı öldürürken İslamcılar da intihar saldırıları, suikastlar ve baş kesmeler ile çok sayıda sivili öldürür.

İslamcıların isyanı 2002’de ordunun müdahalesiyle kontrol altına alınıp bastırılır.

Ekonomik ve sosyal çalışmalar açısından sosyalizmin daha iyi sonuçlar aldığı Müslüman ülkelerden biri de Somali’dir.

Burada 1969’da iktidara gelen sosyalistler ekonomiyi istikrara kavuştururlar ve okuryazar oranını önemli ölçüde artırırlar.

1977’de Somali Etiyopya’yla çatışır. Bu durum ekonomik ve politik müttefiki Sovyetler Birliği’ni bir çıkmaza sürükler. Zira o dönemde Etiyopya da Sovyet kampında yer almaktadır. Çatışmayı sona erdirmeye dönük hamlelerinde başarısız olan Sovyetler nihayetinde Etiyopya’nın safını tutar. 

Bu hamleye kızan Somali cumhurbaşkanı Siad Barre, Sovyetler’le bağlarını kopartıp Amerika’nın askerî ve ekonomik yardımını kabul eder.

1980’de Somali, Devrimci Sosyalist Partisi’ni dağıtır. Sosyalist reformları sonlandırır. Liberal demokrat partilerle İslamî grupların faaliyetleri üzerindeki kısıtlamaları kaldırır.

Amerikan yardımı ile birlikte Barre, Afrika’daki en büyük ordulardan birisini kurar.

Seksenlerin ortasında Barre, yolsuzluk suçlamaları, totaliterlik eleştirileri ve huzursuzlukla yüzleşir.

1986’da Barre, bir otomobil kazasında yaralanır. Sonrasında ülke, kargaşanın hâkim olduğu bir sürece girer.

1991’de Barre’nin rejimi çöker, Somali muhtelif politik ve kabilevî gruplar arasında yaşanan bir iç savaşa tanıklık eder.

Bugün Somali hâlâ bu sürecin içerisindedir.

Sovyetler’in 1977’de Etiyopya’ya verdiği desteğin öfkelendirdiği diğer bir ülke de Sudan’dır. Bu ülke de Etiyopya ile toprak anlaşmazlıkları içerisindedir.

Sosyalist Cafer Nimeyri rejimi Sovyetler’le bağlarını kopartıp Sovyetler’in rakibi Çin’e yüzünü döner.

Hükümetin sallandığını tespit eden, ülke ekonomisinin zorda olduğunu gören, 1971’de Nimeyri tarafından bozguna uğratılmış olan İslamcı grup Ensar silâhlı mücadele başlatır.

Ensar, ordu içerisinde Nimeyri karşıtı grupları harekete geçirip darbe yaptırmak ister ama başarısız olur.

Ama bu sefer Nimeyri, Ensar ile müzakere yürütmeye başlar. Ensar, bu görüşmelerde sosyalist politikalardan vazgeçilmesini, İslamî sosyalizmin ateist bir girişim olarak mahkûm edilmesini, seküler düzenin yerine İslamî düzenin geçirilmesini talep eder.

Nimeyri, yüzlerce Ensar mensubunu hapisten çıkartır, Sudan’ı giderek ABD’ye yakınlaştırır. 1981’de bir dizi “İslamî kanun” kabul edilir.

1985’te Nimeyri, İslamî partiler ve diğer karşıtlarının desteklediği bir darbe ile devrilir.

1989’da Sovyetler Birliği dağılmanın eşiğine geldiğinde Güney Yemen’deki sosyalist rejim de çözülmeye başlar. Ülke Kuzey Yemen’e katılır ve Yemen tek ülke olur.

Afganistan’da ise Halk Demokratik Partisi’nin başında olduğu rejim 1989’da ABD-Suudiler-Pakistan’ın destekleyip para yardımı yaptığı İslamî güçlerin eline geçer.

Irak’taki Baasçı sosyalist rejim ile Libya’daki Kaddafi’nin başında olduğu İslamî sosyalist hükümet doksanlar sonrası sosyalist politikalarını terk eder.

Her ikisi de sonrasında çöker.

İslamî/Baasçı/Arap Sosyalizmi

Başarılar

İdeolojik açıdan Müslüman ülkelerdeki milliyetçi hareketler kendilerini Avrupa sömürgeciliği, kralcı çürüme ve muhafazakâr ulema arasında sıkışıp kaldıkları bir konumda bulmuşlardır. İslamî sosyalizm, Baasçılık ve Arap sosyalizmi Batı/Amerikan kapitalizmi ile Sovyet komünizmi arasında bir “üçüncü yol” sunmuştur. İslam’ın sosyo-politik yönlerini yeniden yorumlama inisiyatifini radikal İslamcıların ve muhafazakâr din adamları ile ulemanın elinden almıştır. Sekülerizmi meşru kulan bir İslamî yönetim türü inşa etmişlerdir. Müslüman ülkelerde faal olan Marksist, sosyalist ve ilerici yönelimleri ve yapıları içermeyi bilmiş, bunları bir platform dâhilinde toparlamıştır. Müslüman toplumlarda modern toplumsal, politik ve kültürel kavramları kabul etmiş, bunları sömürgeci, batıcı geçmişini söküp atmıştır. Yüzlerce yıldır Müslüman ülkelerde bastırılmış olan İçtihad fikrini yeniden diriltmiştir. İslam’ın ilerici, dinamik ve rasyonel bir inanç olarak öne çıkmasını sağlamıştır. Kabile, tarikat ve kavim temelinde Müslümanlar arasındaki farklılıkların öne çıkmasına mani olmuştur. Ekonomik ve kültürel politikalarda ciddi bir yaratıcılık sergilemiş, bunları İslamî metinlerin ilerici yorumları yardımıyla ortaya koymuştur. Yorumlara ilerici ve yeni boyutlar katmış, İslam çalışmalarına, O’nun toplum ve siyasetteki yerine yeni anlamlar kazandırmıştır. Müslüman dünyada kadınların ekonomik, kültürel ve politik faaliyetlere katılımını teşvik etmiştir. Yüksek okuryazarlık oranının önemine vurgu yapmıştır. Orta sınıfa mensup gençlere politik kimlik kazandırmış, işçilerin ekonomik ve ideolojik katılımına önem vermiştir.

Hatalar

İslamî sosyalizm, Baasçılık ve Arap sosyalizmi yapısı itibarıyla otokratik ve demokratik olmayan niteliğinden kurtulamamıştır. Büyük ölçüde orduya sırtını yaslamıştır. Halkın politik düşüncelerini ve haklarını görmezden gelmiştir. Muhalif politik ve ekonomik fikirlere karşı hoşgörüsüz yaklaşmıştır. Militarist yönü hep baskın olmuş, ama öte yandan da düşmanlarla giriştiği savaşlarda sürekli yenilmiştir. Diğer ülkelerin içişlerine sürekli karışmıştır. Ekonomik manevraları temelsiz ve olgunlaşmadan yürürlüğe sokulmuş, hiçbir dikkat gösterilmeksizin yönetilmiştir. Bağımsız bir ekonomik ve politik varlığa sahip olmak adına Amerikan hegemonyasına karşı çıkmasına rağmen Sovyet uzmanlığına, yardımlarına ve himayesine bel bağlamıştır. İslamcıları şiddetle ezmiş, sonra muhalif solcuları tasfiye etmek istediğinde de onları desteklemiştir. Farkında olmadan İslamcı ve radikal İslamî güçlere, İslamî sosyalizmin çöküşü ile birlikte “İslamî seçeneği” sunarak ortaya çıkmaları konusunda yeniden güç vermiştir.

Nedim F. Paraça
21 Şubat 2013
Kaynak

Yazıda kullanılan araştırma makaleleri ve denemeler:

“Islamic Socialism”, NA Jawad - The Muslim World (1975);

“The Sources & Meaning of Islamic Socialism”, F. Rahman –Religion & Political Modernization (1974);

“Islamic Economics & Islamic Subeconomy”, T. Kuren, JSTOR (1995);

“The Ba’ath Party: Rise & Metamorphosis”, JA Devlin, JSTOR (1985);

“Withered socialism or whether socialism? The radical Arab states as populist? Corporatist regimes”, NN Ayubi, Third -World Quarterly (1992);

“Critical analysis of capitalism, socialism and Islamic economic order”, M. Ismail (1982),

“Arab Socialism: A documentary Survey”, SA Hanna (1969)

0 Yorum: